Matrix Perspektifinden Beynin Gerçeklik Algısı

Gerçekliği olduğu gibi mi algılıyoruz? Yoksa algıladığımız şey bir tür yanılsama mı? Bu sorular, Plato’nun Mağara Alegorisinden Matrix filmine kadar yıllardır sadece psikolojinin değil, birçok alanın ele aldığı bir konu olmuştur. Gerçekliğimiz, duyu organlarımızla dış dünyadan aldığımız bilgilerin beyin tarafından işlenmesi ve yorumlanması sonucunda oluşan subjektif bir deneyimdir. Gerçeklik algımızın bu kadar kişisel ve subjektif olması, dış dünyayı nasıl “gerçekten” bildiğimizi sorgulamamıza neden olur. Bu sürece bağlı olarak Matrix filmi, gerçeklik algımızın ne kadar kolay manipüle edilebileceğini göstererek bu konuya benzersiz bir perspektif sunar. Gerçekliğin ne olduğunu anlamaya çalışırken aynı zamanda ne kadar güvenilir olduğunu da sorgulamak, Matrix’e sadece felsefi bir altyapı değil, aynı zamanda derinlemesine bir psikolojik altyapı da sağlar. Dolayısıyla gerçekliği anlamak sadece dış dünyayı değil, aynı zamanda bu dünyayı algılayan ve yorumlayan zihni de anlamayı gerektirir. Tüm zihinsel içeriğimiz en temelde duyulara dayanır. Duyular, zihnin üzerinde çalışabilmesi için gerekli olan bilgiyi sağlar. Fakat bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor. Eğer her şey beş duyu organımızla algıladıklarımızdan ibaretse ve bunlar bizde gerçekliğe dair bir resim yaratıyorsa, bu resim algılayandan algılayana değişiyorsa o halde gerçeklik dediğimizde sadece zihinsel bir görüntüden söz ediyoruzdur. Bu noktadan bakarsak insan beynindeki görüntü düzenlenmiş basitleştirilmiş bir arayüzdür. Dolayısıyla gerçekliğe dair her şeyi de algılayamıyoruz.

Bizler hayatta kalmamız için ne kadarına ihtiyacımız varsa o kadar duyu organlarımızdan veri alıyoruz. Dolayısıyla duyu organlarımızın ya da doğrudan duyularımızın gerçekliği eğip büktüğünü söyleyebiliriz. Bu düşünceler ışığında Matrix filmine dönecek olursak filmdeki kaşık bükme sahnesi, gerçeklik algımızın nasıl esnek olabileceğinin en iyi şekilde örneklerinden biridir. Küçük çocuk Neo’ya, “Kaşık yok. Kendini kaşığın olduğuna inandırdığın için kaşığı bükemezsin. Gerçekte kendini bükmen gerekiyor.” der. Bu sahne, gerçekliğin aslında zihnimizde oluşturduğumuz bir illüzyon olduğunu ve fiziksel dünyanın algılarımızın ötesinde bir varlığı olup olmadığını sorgular. Bu durum, bir psikolojik yaklaşım olan fenomenoloji ile ilişkilendirilebilir. Fenomenoloji, bireylerin deneyimlerini ve bilinç akışını, bu deneyimlerin nesnel gerçeklikten bağımsız olarak nasıl anlamlandırıldığını inceler. Bununla birlikte bu örnek, bilişsel psikoloji alanındaki bilimsel deneylerle desteklenen bir gerçeği de ortaya koyar. Bizler, bir nesneyi gördüğümüzde görsel korteksimiz aktif hale gelir ve sonra gözlerimizi kapatıp o nesneyi hayal ettiğimizde, zihnimiz nesneyi gerçekten görüyor olmamızla çok benzer beyin aktivasyon modelleri üretir. Bu, zihnimizin güçlü bir şekilde nasıl ‘gerçeklik’ yaratabileceğini ve fiziksel dünyayı algılama şeklimizi nasıl değiştirebileceğini gösterir. Fiziksel dünyayı algılama şekillerimiz arasındaki farkı, Matrix mavi hap ve kırmızı hap metaforu ile işler. Mavi hapı seçenler, uydurma bir gerçekliği gerçek olarak kabul ederken kırmızı hapı seçenler, çoğunluğun kabul ettiği uydurma gerçekliğin ötesindeki asıl gerçekliği görmeyi tercih ederler. Ancak buradaki ana nokta şudur ki asıl gerçekliği gerçekte olduğu gibi göremiyor oluşumuz, gördüğümüz her şeyin yalnızca bizim görselleştirme aracımızdan ibaret olmasını sağlamasıdır. Dolayısıyla, nihai gerçeklik görselleştirme aracımız olmuştur.

İlknur Örnek

KAYNAKÇA

Donald D. Hoffman, The Case Against Reality: How Evolution Hid the Truth from Our Eyes

https://scholar.google.com.tr/citations?view_op=view_citation&hl=en&user=0D6BPSMAAAAJ&citation_for_view=0D6BPSMAAAAJ:kNdYIx-mwKoC

https://youtu.be/w1H6dBleJ8E?feature=shared

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content