A CLOCKWORK ORANGE; Anti-Sosyal Kişilik Bozukluğu ve Klasik Koşullanma

Türkçe çevirisiyle ‘Otomatik Portakal’ olarak ün salmış bu film, Anthony Burgess’in yine aynı isme sahip kitabından uyarlanmıştır. Filmin yönetmeni Stanley Kubrick’tir. Film, İngiltere’de zamansız bir gelecekte geçmektedir ve içerisinde sembolik olarak ifade edilmiş birçok mesaj barındırmaktadır. Öyle ki, filmin ismi dahi ‘otomatik’ kelimesi makineleşmeyi, ‘portakal’ ise organikliği yönüyle insanı simgeleyecek şekilde oluşturulmuş sembolik bir yapıya sahiptir. Film; şiddet, madde bağımlılığı gibi unsurları sıkça gözümüzün önüne serer ve bu unsurlar üzerinden toplumu ve hükümetin baskıcı politikalarını eleştirir; insanın özgür iradesini ve ahlaki seçim hakkını ele alır. Bu kavramlar açısından ‘Otomatik Portakal’ filmini tek bir alanla ilişkilendirmektense birden çok alanla olan bağlantısına dikkat çekmek gerekir, diye düşünüyorum. Örneğin; film özgür irade kavramını tartışıyor olması açısından felsefeyle ilişkiliyken, topluma ayna tutan kısımlarıyla da sosyolojik özellikler barındırmaktadır. Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere, bu yazı, filmin içeriğini psikolojik açıdan tanıtıp, açıklıyor olacak.

Film, hem anlatıcımız hem karakterimiz olan Alex Delarge ve onun Pete, Dim, Georgie adlarındaki 3 arkadaşıyla (anlatıcımız Alex, arkadaş kelimesi yerine ‘droogie’ kelimesini kullanıyor), onlara zorbalık için “güç” verdiğini iddia ettikleri sütü içerlerken başlıyor. Tabi, buradaki süt aslında uyuşturuculu bir içecektir. Filmin bu noktasında madde bağımlılığı ile karşılaşmaktayız. Daha sonra film, bu çetenin evsiz bir adama, yazar bir adama ve onun karısına gösterdikleri şiddetle devam ediyor. Gösterdikleri tüm zorba davranışlarına rağmen Alex ve çetesi oldukça soğukkanlı bir şekilde geceleri evlerine dönüyorlar, ertesi gün akşam yine süt fabrikası dedikleri yerde toplanıp başka şiddet planları yapmaya devam ediyorlar. Çetemiz arasında Alex’in lider olmasına dair tartışmalar başlayana kadar bu düzen böyle devam ediyor. Tartışmaların sonucunda, Alex’in dürtüleri ‘birader’ dediği arkadaşlarına dahi şiddet davranışı göstermesine neden oluyor. Arkadaşları ise bu olaydan sonra Alex’i, polisin yakalamasını sağlıyorlar ve böylece Alex karakterimizin hapishanede geçireceği sahnelere geçiş yapıyoruz.

Buraya kadar Alex karakterinin bazı özelliklerini zaten fark etmiş olacaksınız; pişmanlık duymama hali, sosyal kuralları göz ardı etme, ileriyi planlayamama, asabi tavırlar, anlık dürtüsel yaşama, empati yeteneğinden yoksun, acı çeken kişilere karşı duyarsızlık, vs… Bu belirtiler ‘anti-sosyal kişilik bozukluğu’ adı verdiğimiz psikolojik bir rahatsızlığın başlıca belirtileridir ve şu ana kadar gözlemlediklerimize bakarak, Alex’in anti-sosyal kişilik bozukluğuna sahip biri olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Peki, hapishane bu durumu tedavi edebilecek mi? Anlatımımıza devam edelim. Alex karakteri, hapishanede, gardiyanlar ve bazı mahkumlar tarafından çokça zorbalığa maruz kalıyor. Hapishanedeyken dine yöneliyor, kutsal kitabını okuyor, bu da Pedere Alex’in değiştiği; geliştiği fikrini veriyor. Fakat, burada ilginç bir yön var ki; Alex, kutsal kitaptaki kurban-suçlu hikayelerini okurken dahi kendini “acı çektiren”, “suçlu” kişi olarak hayal ediyor. Bu da, Alex’in hapishanede dahi değişmediğini, şiddet dürtülerinin hâlâ devam ettiğini gösteren çok önemli bir işaret oluyor.

Alex, hapishanede geçirdiği 2 yıl sonrasında yeni içişleri bakanının önerdiği bir tedaviye gönüllü olup, hapishaneden çıkmak istiyor. Bu yeni tekniğin ismi “Ludovico Tekniği”dir ve suçluları iyi bir insana dönüştürüp yeniden topluma kazandırmayı amaçladığını belirtir. Bu tedavi sürecinde, Alex’in gözlerinin kapatılması engelleniyor, her yemekten sonra vücuduna bir ilaç enjekte ediliyor ve sürekli olarak şiddet sahneleri izletiliyor. Alex, ilk başta bu sahneleri izlemekten keyif alsa da gittikçe midesi bulanmaya başlıyor; ölecekmiş gibi hissediyor. Bu da, herhangi bir şiddet davranışına yelteneceği veya maruz kalacağı zaman, hasta hissetmesine ve acı duymasına neden oluyor. Bu yönteme, psikolojide ‘klasik koşullanma’ denir, davranışçı yaklaşımın ürünüdür. Bu yöntemle ilgili en çok bilinen deney ‘Pavlov Köpeği’ deneyidir. (Köpek için zil sesiyle yemek gelmesi fikri koşullanır ve artık zil çaldığında bile köpeğin salyası akmaktadır.) Burada da görüldüğü üzere, kişi spesifik bir etkene (şiddet sahneleri), spesifik bir yanıt vermektedir (acı, mide bulantısı). Peki, Alex şiddet göstereceği sırada, acı çekmeye başladığı için bunu yapamıyorsa, bu gerçekten Alex’in iyileştiğini mi gösterir ya da artık iyi bir insan olduğunu? Buradaki en önemli soru budur aslında. Ludovico tekniği ile davranışlarda gözlemlenebilir değişiklikler olsa da, bu Alex’in kendi seçiminden kaynaklanan bir durum değil, acı endişesinden kaynaklıdır. Bu da, gerçekten iyi bir insan olup iyileşti mi, başka bir deyişle iyi veya kötü davranışı birbirinden ayırt edip iyi olanı tercih ediyor mu? sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Filmde de görüldüğü gibi, hapishanenin Peder’i bu şahsa seçme şansı verilmediğini vurgulasa da, içişleri bakanı; toplum için önemli olanın sadece bu davranışları yok etmek olduğunu ve ahlaki durumlarla işlerinin olmadıklarını belirtiyor. Bu da, filmde baskıcı hükümet politikalarına yönelik bir eleştiri elbette ki.

Her yeni durumda olduğu gibi bu durumda da hükümetin bu tekniğine şüpheli yaklaşanlar ve bunu reddedip yadırgayan insanlar oldu. Hükümetin başarısız olduğunu ispat etmek amacıyla Alex’i kullandılar. Alex, uygulanan klasik koşullanma yöntemi sırasında şiddet sahnesiyle bağdaştırılan müziğe sürekli olarak maruz bırakıldı ve bundan kaynaklı duyduğu acıya dayanamayıp kendini harcadı. Bu, Alex’in deyimiyle, intihar etmek, demekti. İntihar sonucunda Alex ölmemişti ancak bu intihara hükümetin neden olduğuna dair haberler ortaya çıkıp git gide yayılmaya başlamıştı. Hükümetin itibarı bu haberlerle sarsıldığından içişleri bakanı bu durumu düzeltmek için Alex’i hastanede ziyarete gitti, iyileştirileceğine söz vererek basına pozlar verdirdi. Filmimizin son sahnesinde ise Alex cinsellik ve şiddet temalı imgeler görüyor ve “iyileştim” diyor. Son sahne, Alex gerçekten iyiyi seçer miydi, değişti mi, iyi bir insan oldu mu gibi aklımızda oluşan soruların hepsine böylece bir cevap vermiş oluyor aslında. Özetlemek gerekirse, ‘Otomatik Portakal’; özgür iradeyle seçilen iyinin gerçek iyilik olduğunu, seçim şansı tanınmadan kişinin ahlaki yönlerini bilemeyeceğimizi vurgulamaktadır. Düşündürücü, kafada soru işaretleri bırakan, toplum düzenini sorgulamaya neden olan bir film ‘Otomatik Portakal’. Psikoloji, felsefe gibi alanlara ilgi duyan herkese bu filmi kesinlikle izlemelerini öneririm.

Başak Nalbantoğlu

Kaynakça

https://dergipark.org.tr/tr/download/articlefile/554093#:~:text=Kitapta%2015%20yaşında%20olduğu%20belirtilen,antisosyal%20kişilik%20bozukluğu%20tanısı%20konulabilmektedir

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content