Benlik Okumaları -1

     “He who desires but acts not, breeds pestilence.” – William Blake

     İnsan yeryüzüne gelir gelmez bir travmanın içerisinde bulur kendini. Anlamlandıramadığı bir ortamın içine düşer çünkü. Diğer bütün hayvanlardan farklı olarak insan dünyaya geldiği andan itibaren eksiktir, muhtaçtır. Henüz cinsiyetlenme gibi bir faktör ortaya çıkmadan önce, her bir çocuk için libidinal bağ kurulacak ilk varlık annedir. Burada anneden kasıt bakım veren kişidir. Dünyaya geldiğimizde bize bakım veren kişiye muhtaç olarak gözlerimizi açarız. Bize bir bakan olmaz ise ağlarız, ağlamamız da duyulmaz ise söylemeye dahi gerek yok, ölürüz. Anne ile bir ve bütün olduğumuzu hissettiğimiz an rahatlığa erme anımızdır diyebiliriz. Meme ile kurduğumuz ilk oral ilişki bize libidinal anlamda tatmini sağlıyor. Erkek çocuk anne ile kurulan ilişkinin merkezinde yalnızca kendisinin olmasını beklerken, ortaya baba faktörü çıkıyor. Burada da babadan kasıt annenin yöneldiği dışarı kavramını karşılayan bütün faktörlerdir diyebiliriz. Böyle bir durumda erkek çocuk kendisini kız çocuktan ayıran anatomik farklılığını bir statü olarak görmeye eğilim gösteriyor ve kendisine statü katan şeyi yani pipiyi kaybetmek istemiyor. Aynı durum içerisinde kız çocuk da kendisinde olmadığını farkettiği şeyin eksikliğini hissettiği için bir kıskançlık yaşıyor ve kendisine benzeyen annesinin yöneldiği duruma bir eğilim gösteriyor.

     İlk ilişkinin bakım veren ile kurulmasının akabinde hayatımız onun ne istediğine göre şekilleniyor. Çünkü hayatımız bakım verenin varlığına bağlı. Freud’un ben/ego dediğimiz şeyi psikoseksüel gelişim kademeleri çerçevesinde ele almasının altında yatan sebep de budur. Ben dediğimiz şey ilk ilişki kurduğumuz varlık olan kişinin benden beklediği sanılan şeylere göre benim beni kurgulamam ile meydana geliyor. Parantez içinde denilebilir ki daha dünyaya yeni gelmiş olan ben özdeşleşme gerçekleşirken dahi bir yabancının (anne-bakım veren) isteklerine göre şekillenmeye başlıyor.

     Freud’un psikoseksüel gelişim evrelerinde çatışmalar aşılmadan bir sonraki evreye sağlıklı bir şekilde geçilemediği bilinmektedir. Evreler birer birer geçildikçe yani yaşın ilerlemesi ile paralel şekilde egonun da büyümesinin bir sonucu olarak adeta narsist doğan varlık diğer insanları da gözetmeye başlıyor. Libidinal tatmin ile sosyal beğenilme arasında bir tercih yapmak zorunda kalan ben ile uygarlık arasında bir huzursuzluk meydana geliyor. Nietzsche’nin dediği gibi “insanın en büyük trajedisinin bir zamanlar çocuk olmasında yattığı” fikrini destekleyen bu süreçlerde kişi id’in daima devam eden hazları, süperego’nun bitmek bilmeyen baskıları ve bu ikisi ile başa çıkmaya çalışan bir ego’nun sancısını hisseder.

     Ego’nun/benliğin bütünlüğünü tehdit eden her şey bir travma oluşturur. Kişi doğanın tehlikelerine karşı medeniyet ile yaptığı anlaşmanın sonucu olarak yüceleştirme mekanizmasını da kullanarak enerjisini libidodan sağladığı sosyal hayatın içerisine dahil olur. Çocukluktan başlayarak kişinin eğitim süreci de bu toplumsalın etrafında şekillenir.

     Toplum kavramının benlik üzerindeki etkisine en çok değinen kişilerden biri olan G. Herbert Mead benliğin doğuştan gelmediğine ve toplumun etik-estetik değerleri ile bütünleşerek, toplumsal deneyimin oluşması ve bu deneyim sürecine başka kişilerin dahil olması ile bir benliğin varolabileceğine değinir. İnsanın gerçekliği yaratmasında en etkili faktörün sosyal etkileşim olduğunu dile getiren Mead, aynı zamanda benliğin kendisinin hem öznesi hem nesnesi olabilmesi çerçevesinde diğer nesnelerden ve bedeninden ayrılması sonucunu doğurduğunu belirtir. Sosyal ve ferdi olmak üzere iki benlikten bahseden Mead, ferdi olan benliğin sosyal benliğin davranışlarını sorguladığını ve ona bir tepki olarak varolduğunu açıklıyor. Benliklerimizin sosyal etkileşim sürecinde meydana geldiği için hepimizin içinde, bulunduğumuz toplumun bir ötekisi olduğunu ve bu ötekinin değerlerinin kişi tarafından yeniden üretilerek kişinin kendine bir nesne olarak bakabildiğini söylüyor.

     Mead, jest iletişiminin diğer bireylerin tepkiyle karşılık vermesi ile kişinin semboller yani dil aracılığıyla hem karşısındakileri hem de kendini anladığını ve bunun benliği oluşturduğunu ifade ediyor. Genelleştirilmiş öteki’yi kavrayana kadar kişinin önce çocukken taklit ederek, sonra roller üstlenerek ve nihayetinde grup ile oyunlar oynadığını belirten Mead bu sürecin sonunda kişiliğin oluştuğunu detaylı bir şekilde açıklıyor. Genelleştirilmiş ötekinin durumlar karşısında ne gibi düşüncelere eriştiğini, ne gibi tepkiler verebileceğini bilen kişi sosyal benliğini gerçekleştirmiş oluyor ve o toplumun içerisinde kendisine yer buluyor. Her grup içerisinde farklı birtakım benliklere sahip olabilen kişi ne kadar çok genelleştirilmiş ötekinin değerlerine hakim ise o kadar çok benliğe sahip olabiliyor. Ayrıca Mead için yeni bir dil öğrenmek demek yeni bir genelleştirilmiş ötekiye sahip olabilmek anlamına geliyor.

Yazan: Muhammet Taha Esmeray

Yararlanılan Kaynak:

1. Freud, S. 1998. Ruh Çözümlemesine Giriş Konferansları. İstanbul: Payel.

2. Mead, G. H.2017. Zihin, Benlik ve Toplum. Ankara: Heretik Yayınevi.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content