Bipolar Bozukluğun Gölgesinde Bir Yazar ve Sırça Fanus

Sırça Fanus Sylvia Plath’in hayatından izler taşıyan ve ölümünden yalnızca bir ay önce yayımlanan yarı-otobiyografik romanıdır. Kurgusunu Sylvia’nın üniversite yıllarında çalıştığı dergiden alır. Yazarın bu tek romanı sayesinde hem manik depresif bir bireyin iç dünyasını öğrenmekte hem de hayatını okumaktayız. Sylvia henüz sekiz yaşındayken babasını kaybetmiştir. Bu olay onu derin bir bunalıma sürüklemiş ve erken yaşta manik depresif tanısı konmasına neden olmuştur. Çocuklarını tek başına büyütmek zorunda kalan annesi Sylvia’nın çocukluğundaki mükemmelliyetçi ses rolünü üstlenir ve kızından daima en iyisini beklemeye başlar. Sylvia eğitim hayatını birçok başarıyla ve burslarla tamamlar ancak içindeki mükemmelliyetçi ses hiçbir zaman susmaz. ‘’İçimde susturamadığım bir ses olduğu için yazıyorum.’’ diyen Sylvia romanın kahramanı Esther Greenwood aracılığıyla içini döker.

Esther de tıpkı Sylvia gibi başarılı bir öğrencidir ve sekiz yaşında babasını kaybetmiştir. Erkeklerle yaşadığı olumsuz ilişkileri okudukça bir babanın eksikliğini hissederiz. Roman bizi Esther’in bir moda dergisiniz açtığı yazarlık yarışmasını kazanmasıyla beraber New York’ta bir ay çalışma fırsatı yakaladığı dönemle karşılar. Birçok hediye ve ışıltılı bir ay sunan bu ödülle çok mutlu olması gerektiğini düşünen Esther kendini düşüncelerle boğuşurken yakalar. Kazandığı birçok burstan ve ödülden sonra diğer on bir kız gibi bu tatilin tadını çıkarması gerektiğini düşünür fakat o idam, boş masraflar ve elde ettiği başarıların yetersizliği ve küçüklüğü hakkında düşünüyordur. Otelde kaldığı sürece partiler, yemekler gibi çeşit çeşit etkinlik vardır ama bunlara katılmak istemez. Sanki her şey onun kontrolü dışında gerçekleşiyordur.

‘’Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum.’’(Plath, 2012, s.7)

Yalnızca otelde tanıştığı yakın arkadaşı Doreen ile vakit geçirmektedir. Doreen onun otelde bile iş düşünmesinden, ödevleri zamanında vermesinin gereksizliğinden yakınmaktadır ancak Esther her işini mükemmel yapmaya odaklanmış durumdadır. Bir gün Doreen ile beraber partiye giderlerken iki adamla tanışırlar ve yakışıklı olanın Doreen ile ilgilendiğini görür. Kendine dersler haricinde pek de güveni olmayan Esther ister istemez diğer kızlarla kendini kıyaslamaya başlar. Kimseyle gerçek anlamda bağ kuramayan Esther o gün kendisini bir fazlalık gibi hisseder.

‘’(…)hani kent her saniye biraz daha küçülür ama insan gerçekte kendisinin küçüldükçe küçüldüğünü, yalnızlaştıkça yalnızlaştığını, bütün o ışıklardan ve coşkudan saatte bir milyon kilometre hızla uzaklaştığını hisseder ya, onun gibi bir şey işte.’’( Plath, 2012, s.21)

Bu olaydan sonra Doreen ile arasına mesafe koyan Esther, bir otel yemeğinde zehirlenmesiyle beraber çalışmaya ara verip dinlenir. Ancak düşünceleri peşini bırakmaz. Constantin adında biriyle tanışır ancak aklında sadece kendi yetersizlikleri vardır. Yapamadığı birçok şeyi listeler kafasında. Bunlarla beraber artık burs ve ödül döneminin de bittiğini düşünür. Kendisini koşu yolu olmayan bir dünyada yaşayan bir yarış atına benzetmektedir. Adeta varlığını başarılara bağlamıştır. Bu noktada Esther’in patronu Jay Cee ile yaptığı konuşma kitapta incelenmesi gereken yerlerden birisi.

Jay Cee, Esther’e gelecek planlarını sorar ve Esther, bilmiyorum cevabını verir. Buna kendisi de şaşırır çünkü daima iyi bir şair olmak hayalini kurduğunu zannederken gelecek önünde bir karabasan gibi gözükmektedir. Gelecek kaygıları etrafını kuşatmaya başlar.

‘’Kendimi dalların çatallandığı noktada görüyordum, incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. İncirlerin hepsini ayrı ayrı istiyordum ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararıyor, birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyordu.’’(Plath, 2012, s.81)

Bu cümleler bize hastalığı ile ilgili izlenimleri verir. Depresyonu dolayısıyla kararsızlık hissinden kurtulamaz ancak mükemmeli ararken elindeki fırsatların kayıp gittiğini de farkındadır. Kendisini boş ve duygusuz hissetmektedir aynı zamanda.

Tüm bu kaygılar, oteldeki yaşantısı, diğer kızlardan ayrıksılığı büyümeye devam eder ve yalnızlığı artar. Sanki bir değil iki kişiliği olduğunu düşünen Esther gitgide kendisine ve hayallerine yabancılaşıyordur. Kendisini dışardan bir göz olarak izlemeye başlar.

‘’Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.’’ (Plath, 2012, s.23)

Geçmişte yalnız bir yakın ilişkisi olan Esther, erkeklerdeki şansını denemeye devam eder ancak sonu iğrenme duygularıyla biten başarısız denemelerden ibaret kalır. Geçmişteki erkek arkadaşının cinsel deneyimlerinin olmasına rağmen Esther’in böyle bir deneyimi yoktur. Buna rağmen Buddy’nin kendisini Esther’den masum görmesi onu öfkelendirir.

‘’ Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu.’’(Plath, 2012, s.85)

New York’ta Constantin adında biriyle tanışır. Geçmişte sadece Eric adında biriyle cinsel bir ilişkiye girebileceğini düşünen Esther, bunu Constantin için de düşünür. Ancak bu onun için duygusal bir yakınlıktan ziyade başkaldırı gibidir. Sadece kadınlara yüklenen namus kavramı onu çileden çıkartır ancak Constantin’le de aralarında bir şey olmaz. Öte yandan içinde yaşadığı toplum ve annesi dolayısıyla bu konular, dahası doğumdan da iğrenmesi bir çelişkidir. Bu konularda katı olan Esther bizi babasıyla çocuklukta kurması gerektiği özdeşleşmeyi kuramaması sonucu oluşan Freud’un Oidipus Kompleksi fikrine götürüyor.  İlerleyen sayfalarda Marco tarafından şiddete uğrar ve bu onu derinden etkiler ancak içine atar. Bu olay onun içindeki kadın olmanın baskısını artırır.

Eski erkek arkadaşı veremdir ve zorlamalarla onu ziyarete gider. Burada geçen diyaloglar çok çarpıcıdır.

‘’Eğer iki şeyi aynı anda istemek nevrotiklikse ben tepeden tırnağa nevrotiğim. Hayatımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim.’’(Plath, 2012, s.98)

Burada net bir biçimde görürüz Esther’in manik depresyonunu. Bu bölümde Buddy ona evlenme teklifi eder ancak Esther bu ve bunun gibi toplumsal kurallara katlanamamaktadır ve hayatı boyunca evlenmeyeceğini söyler.

New York dönüşü annesiyle arabada evlerine doğru yol alırlarken kötü bir haber alır. Yazın almayı planladığı yazarlık dersine kabul edilmemiştir. Bu hem Esther için hem de roman için bir dönüm noktası olmuştur. Esther belki de ilk kez başarısızlıkla karşılaşır ve bu onun mükemmelliyetçi yapısını oldukça rahatsız eder. Yazı ilk kez banliyölerde geçirecektir ve ne yapacağını bilememektedir.

‘’Yaşamımın yıllarını bir yol boyunca sıralanmış, birbirine tellerle bağlı, telefon direkleri gibi hayal ediyordum. Bir, iki, üç…on dokuz telefon direği sayabiliyordum, ama sonra teller boşlukta sallanıyor ve ne kadar çabalarsam çabalayayım, on dokuzuncudan sonra bir tek direk bile göremiyordum.’’(Plath, 2012 s.128)

Bir anda geleceği elinden alınmış gibi hisseder. Ancak bir şeyler yapmalıdır ve yazı boş geçirmek yerine bir roman yazmaya karar verir. Ne yazık ki hiçbir şey yazamaz ve şu cümleleri söyler: ‘’Başımdan hiç aşk macerası geçmemişken, hiç çocuk doğurmamışken, ölen birini bile görmemişken, yaşam hakkında nasıl yazabilirdim?’’ Yine anlarız ki, kendisini toplumdan ayrı tutarak, hiçbir şeye değmeden, yalnız on dokuz yıl geçirmiş ve tek tutamağı bursları olmuş. Artık kendisini diğerleriyle rekabet edecek seviyede göremez.

Yavaş yavaş uyku haplarına alışır, kıyafetlerini ve saçlarını yıkamayı bırakır. Günleri uyuşmuşluk hissiyle doludur. Aile doktorunun önerisiyle bir psikiyatriye giden Esther, yedi gün boyunca uyuyamadığını söyler. Sorununun ne olduğunu kendisi de bilmek istiyordur çünkü kendisini sıkışmış hissetmektedir. Her şeyin ölümle sonuçlanacağı bir dünyada çabalamayı anlamsız ve saçma bulmaktadır. Depresyonu sebebiyle hiçbir şey yapamaz hale gelir, hiçbir şey ona zevk vermez. Aslında sadece olduğu gibi kabul edilmek istiyordur. Doktoru şok tedaviye başlaması gerektiğine karar verir. Ancak bu şok tedavi seansları onu çok yıpratır ve bunu hak etmediğini düşünür.

İntihar planları yapmaya başlar. Bedeninin ruhunu kafese aldığını düşünür. Ayak bileklerini kesmeyi ve boğulmayı dener ancak ilerleyemez. Babasını düşünmeye başlar. İçine attığı bu kayıp aslında onu hiç bırakmamıştır ve yasını atlatamadığını anlarız. Babasının mezarını ziyaret ettiği sırada onun ölümüne hiç ağlamadığını fark eder. O an hüngür hüngür ağlamaya başlar.

‘’Saf mutluluğu dokuz yaşından beri hissetmediğimi şimdiye kadar fark etmeyişimin garip olduğunu düşündüm.’’ (Plath, 2012, sf.78)

Yine de tutunmaya devam eder, doğum yapan kadınların çiçeklerini dağıtır ancak hemen sonra bunun yanlış bir fikir olduğuna karar verir.

Aslında asıl öldürmek istediği şeyin içindeki duygular ve düşünceler olduğunu söyleyen Esther haplarla intihar girişimlerine devam eder, bu sefer başarmıştır ancak onu kurtarırlar.

‘’Çünkü nerede olursam olayım -bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.’’(Plath, 2012, s.191)

Kapana kısılmış hisseder Esther. Gelecek kaygıları, annesinin ve Esther’in kendisinden beklentileri, toplum baskıları ve mükemmelliyeti arayıp ulaşamayacağını anlamasıdır onun ‘sırça fanusu’.

Gazetede intihar haberi çıktıktan sonra ünlü bir gazeteci onu alıp başka bir kliniğe yatırır. Burada Dr. Nolan ile tanışır ve onun kadın olmasına şaşar. Bu doktorunu sever Esther, belki de toplumda önemli bir konumu dolduran doktorun kadın olması ona bir umut ışığı olmuştur. Şok tedavilere devam eder hatta haftada üç kez oluyordur. Durumunun pek de iyi olmadığını görürüz. Bu klinikte onun intiharından ilhamla kaçtığını söyleyen Joan ile tanışır fakat bunun onun kafasından yarattığı bir kişi olduğunu düşünür zaman zaman ve Esther onu eski en iyi hali olarak niteler.

Şok tedavilerden sonra zamanla daha iyi olan Esther piyano çalmayı öğrenmeye başlar. Her şeye rağmen tutunmak ister. Artık kente gidebilme hakkına sahiptir. Bu yolculuklar sırasında kendine eczaneden prezervatif satın alır. Artık kendi kendimin kadınıyım diyen Esther, en büyük korkularından biri olan bebek ve evlenme fikrini kafasından atar ve özgürleşir. Kütüphanede tanıştığı Irwin ile cinsel ilişkiye girer ve trajikomik anlar yaşansa da tabularından birini yıkar. Bu anlarda ona yardım eden Joan ertesi gün maalesef kendisini asar ve cansız bedeni bulunur. Bu olay Esther’in kendisini suçlamasına sebep olur. Cenazesine gider ve bir hayli etkilenir.

Altı aydan sonra Esther kurul toplantısını başarıyla geçerse taburcu olacaktır. Ancak yine aynı sırça fanusun içine girmekten korkuyordur. Bu sayfalarda kendisini yeniden doğan olarak nitelendiren Esther’in odaya girmesiyle roman biter ve son okuyucuya bırakılır.

Esther’in intihar girişimleri ne kadar başarısız olsa da ne yazık ki Sylvia romanı yayımlandıktan kısa bir süre sonra kafasını fırının içine sokarak intihar etmiş ve ölmüştür. İntihar etmeden önce doktorun adresini not alarak belki de kurtarılmayı beklemiştir fakat çok geçtir. Otuz bir yaşında hayata veda eden Sylvia’nın bu notu da bizlere onun sırça fanusunu ve içindeki kurtulamadığı düşünceleri düşündürmektedir.

Kuşkusuz Plath’in edebiyattaki yeri tartışmaya kapalıdır. Nükteli anlatısı, melankolik dünyasıyla beraber kalemi, ölümünden sonra dahi sarsılmaz bir konumda kalmasını sağlamıştır. Sylvia’nın edebiyattaki yerini tartışmanın haddim olmadığını düşünerek romanını elimden geldiğince psikanaliz üzerinden değerlendirmeye çalıştım. Bana kalırsa, bu eser yalnızca edebiyat dünyasına değil, psikoloji camiasına da sunulmuş bir armağandır. Esther’in iç dünyasını okurken yalnız nevrotik bireyleri değil, on dokuz yaşındaki bir gencin dünyaya bakışını, gelecek kaygılarını, toplumun dayattıklarıyla bireylerin nasıl sıkışmış hissedebileceğini ve kadın olarak var olmanın zorluklarını da okuyoruz. Modern dünyada yaşayan bizler için bu kaygılar ve toplum baskıları çok uzak değil. Hemen hemen hepimizin sıkışmış hissedebildiği bu dünyada, roman boyunca kendi sırça fanusumuzu düşünmemek de elde değil. Bu nedenle çok kıymetli olduğunu düşündüğüm bu metni özellikle psikolojiye ilgisi olan herkesin okuması gerektiği düşüncesindeyim.

Gizem KÜSKÜN

Kaynakça:

Plath, S, (2012). Sırça Fanus, İstanbul, Kırmızı Kedi Yayınları

 

 

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content