Blue Velvet

Mavi kadifeler ardındaki sakin ve huzurlu bir kasaba. Derinliklerine inildiğinde ise dehşetin kemiklerimize kadar işlediği bir masal perdesini aralıyor “Blue Velvet” eseriyle David Lynch. Seyirciyi sırlı dünyasına davet eden bu kült film, bize en büyük şoku; iyinin ve kötünün, huzurun ve dehşetin, aydınlığın ve karanlığın, tüm zıtlıkların bir arada verilmesiyle yaşatıyor. 

1986 yapımı bu film, kırmızı güller eşliğinde bizi karşılar. Bir Amerikan rüyası örneği gibi gözüken kasabada, gördüğümüz her şey masumiyetini yitirmeye başlayarak yerini rahatsızlık veren türden bir hisse bırakır. Bunu en çok başrolümüz Jeffrey Beaumont’un kime ait olduğunu bilmediği kesip atılmış bir insan kulağı bulmasıyla görürüz. Çünkü oldukça absürt duran bu olay aslında karakterimizi kasabanın zıt kutupları arasındaki çatışmayla yüzleştirir. Kasabanın sakin yüzeyinin altında gizlenen suç ve sapkınlığı keşfederken yaşadığı içsel zorluklar, seyirciyi de Jeffrey ile birlikte bu karanlık dünyaya çeker. Lynch’in yapımlarındaki vazgeçilmez oyuncusu Kyle MacLachlan’ın etkileyici performansı, seyirciyi karakterin duygusal karmaşıklığına bağlar ve onunla birlikte bu rüya gibi kasabanın dehşet veren gerçekliğine adım atmalarını sağlar.

Filmin en unutulmaz karakteri Frank Booth, kasabanın altındaki suç dünyasının acımasız lideri olarak karşımıza çıkar. Dorothy Vallens isimli bir şarkıcı olan karakterimizi çocuğu ve eşinden alıkoyması, onları kaçırarak Dorothy’i kendi istekleri doğrultusunda kullanması ile hikayeye dahil olur. Frank Booth gözlerindeki deliliği ve kaotik enerjisiyle seyirciyi sürekli diken üstünde tutar çünkü o ne zaman patlayacağını bilmediğimiz bir bomba gibidir. Aynı zamanda Frank’in karakterindeki gizem de büyük bir etkileyicilik unsuru oluşturur. Frank’in geçmişi hakkında pek fazla bilgi verilmez. Seyirci, Frank’in neden bu kadar çılgın ve acımasız olduğunu anlamaya çalışırken, bu gizemli yanıyla ilgilenmeye devam eder.

Dorothy’i ve ailesine yardım etmek isterken Frank’in sapkın dünyasına giren Jeffrey, onun sapkın dünyasında kaybolur. Frank gibi insanların neden var olduğunu, neden böyle olduklarını sorgulamaya başlar. Jeffrey’nin masum dünyası Frank’in karanlığının gücü altında ezilmeye başlar. David Lynch’in yönetmenlik vizyonu, Frank’i filmin unutulmaz bir anti-kahramanına dönüştürür. İzleyen herkesi Jeffrey’nin konumuna düşürür ve sorgulatır. Gerçek hayatta Frank gibi insanlarla aynı kara parçasını paylaşma düşüncesi bile bir tehdit olarak algılanır.

Mavi kadife perdeler, kırmızı rujlu dudaklar ve kulağa kadar uzanan çimenler gibi semboller gizemin ve tutkunun bir ifadesi haline gelir. Filmi etkileyici ve anlamlı kılan görsel öğeleriyle Lynch, filmin her karesine derinlik katar. Aynı zamanda her Lynch yapımında olduğu gibi filmde her şeyin altından bir anlam ve sonuç aramak da olanaklı değildir. Usta yönetmen filmlerinde bunlardan çok sürece odaklanır. Süreç boyunca seyirciye hissettirdiği hisler, düşünceler, izlenimler daha önemlidir. 

Yönetmeni eşsiz kılan özelliği de en çok bunun altında gizlidir. Birçok röportajında dile getirdiği gibi yönetmenin filmi açıklamasına ve tüm nedenlere bir cevap bulmasına gerek yoktur. Film kendi kendini ifade edebilmelidir. Önemli olan insanlara uyandırdıklarıdır. Filmin gizemine odaklanmak ve filmi yorumlayabilmek bu eseri diğerlerinden farklı kılar. Çünkü, olaya artık izleyici de dahil olmuştur ve David Lynch’in rüya ile gerçek arasında bir köprü kuran sihirli evreninin bir parçasıdır. 

Filmin sinematografisi, estetik anlayışı ve karakter derinliği etkileyici olduğu kadar bir diğer etkileyici unsur ise filmin müzikleridir. Müziklerin yaratıcısı yönetmen Lynch’in kadim dostu ve hemen hemen her yapımında birlikte başarılı işlere el attıkları Angelo Badalamenti’den başkası değildir elbette. Yakın zamanda kaybettiğimiz usta besteci, sinema ve müzik tarihine unutulmaz bir iz bırakmıştır. Sarsıcı müzikleri ile filme büyük bir derinlik katmıştır.

Bu başyapıt, bitmeyen bir kabus ile uyanmak istemediğimiz bir rüya arasında bizi sonsuz bir yolculuğa sürüklerken psikolojik gerilimi farklı bir boyutta sunuyor. Dönem sinemasının sınırlarını zorlayan eser, filmde içimizden ve çevremizden bir şeyler bulmamızı sağlıyor. Bize sorgulatıyor: “Peki Frank neden böyleydi, kimdi bu Frank?” Belki de insanoğlunun karanlık yanının ta kendisiydi. Belki de “Blue Velvet” bizi içsel karanlığımızla yüzleşmeye davet eden bir aynaydı.

Rozerin Pelin Uçan

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content