Melodileri Koklamak: Sinestezi

Melodileri Koklamak: Sinestezi

            Sizden en çok dinlediğiniz şarkının kokusunu tarif etmenizi istesem cevabınız ne olurdu? Veya perşembe gününün rengini söylemenizi istesem? Turuncu renk sizce ekşi mi yoksa şekerli mi? Bu sorular kafanızı biraz karıştırmış olabilir ama aslında bu sorulara cevap verebilen insanlar mevcut. Bu yazıda inceleyeceğimiz sinestezi adı verilen bu ilginç durumu anlamak kafa karışıklığınızı giderecek.

            Sinesteziyi anlamak için ilk olarak “synesthesia” kelimesinin kökenine bakalım. “Esthesia” yani hissetmek anlamına gelirken “syn” eki ise ‘’birlikte, beraber’’ anlamını taşıyor. Yani sinestezi kelimesi “duyuların birlikte algılanması” demek. Yaklaşık olarak nüfusun yüzde dördünde görülen bu durumu deneyimleyebilen insanlara da “sinestet” adı veriliyor. Peki bu insanlar  nasıl oluyor da farklı duyuları birlikte algılayabiliyorlar? Bunun için öncelikle beynimizin duyulardan gelen bilgileri nasıl algılayıp yorumladığını hatırlayalım. Örneğin normalde gözümüzden gelen görsel bir uyaran beynimizin görmeden sorumlu olan oksipital lobuna gider ve orada yorumlanır. Benzer şekilde dilimizden gelen uyarılar da beynimizin tat ile ilgili olan bölgesine gider ve orada yorumlanır. Eğer gözden gelen bilgiler görme bölgesine giderken aynı zamanda tat bölgesine de giderse gördüğümüz şeyin tadını da algılamış oluruz. Yani bu sayede örneğin turuncu renkli eşyaları görmek ağzımızda şekerli bir tat hissetmemize sebep olabilir.          

            Sinestezinin bazı kaynaklara göre en az 60, bazı kaynaklara göreyse çok daha fazla alt çeşidi olduğu söylense de temel olarak iki çeşide ayrılıyor: bağlantısal (associative) ve yansıtmalı (projective) sinestezi. Bağlantısal sinestezi, bir uyaran ile o uyaranın tetiklediği his arasında güçlü ve istemsiz bir bağlantı hissedilmesidir. Örneğin 7 rakamının güvenilir gelmesi gibi. Yansıtmalı sinestezi türünde ise kişi doğrudan iki farklı duyuyu algılar. Yani yansıtmalı sinesteziye sahip bir kişi 5 rakamını siyahla yazılmış olsa da kırmızı görebilir. Yaygın olan diğer sinestezi çeşitlerinden bazıları da grafem-renk ve ayna-dokunma sinestezisidir. Grafem-renk sinestezisinde sinestetler kelimeleri, harfleri ve sayıları belirli bir renk ile ilişkilendirirler. Ayna-dokunma sinestezisine sahip kişiler ise birinin başka birisine dokunduğunu gördüğünde bu dokunmayı bedenin aynı veya zıt bölgesinde hissedebilirler. Veya birinin kafasını duvara çarptığını gördüklerinde kendi kafalarında da fiziksel bir acı hissedebilirler.

            Daha önce bu durumu deneyimleyebilen insanların nüfüsun yaklaşık yüzde dördünü oluşturduğunu söylemiştik. Peki bu insanlar, yani sinestetler, bu özelliğe nasıl sahip olabiliyor? Araştırmalar bu özelliğin genetik bir kökene sahip olduğunu gösteriyor. X kromozomu üzerinden aktarılan, kadınlarda ve solaklarda daha fazla görülen sinestezi birden fazla genin rol aldığı kompleks bir genetik temele sahip. Ayrıca sinestetlere dair bilmemiz gereken şeylerden biri de bu çağrışım veya algılamaların kişiye özgü olduğu ve zaman içinde değişmediği. Yani mesela  sinestet bir kişi 5 yaşında L harfini kırmızı olarak algılıyorsa 45 yaşında da yine kırmızı olarak algılar, zamanla bir değişme olmaz. Başka bir sinestet ise L harfini kekremsi bir tatta ya da mor renkli olarak algılayabilir. Bu da sinestezinin kişiye özgü olması özelliğidir. Aklınıza şu soru gelmiş olabilir: Bir kişi genetikten bağımsız olarak sonradan sinestezik olabilir mi? Evet, olabilir. Kaza sonrası bazı kafa travmalarında, epilepsi nöbetleri esnasında veya şizofreni hastalarında bu durum geçici olarak gözlemlenmiştir. Bu duruma “idiyopatik sinestezi” deniliyor. Eğer sinestet değilseniz ve bu durumu deneyimlemenin bir yolu olup olmadığını merak ediyorsanız size iyi bir haberim var: genetik veya kaza faktörleri dışında da sinestezi deneyimini edinebilmek mümkün! Bazı çalışmalar “pseudo sinestezi” yani yalancı sinestezinin çok fazla pratik yapmakla mümkün olduğunu göstermiştir. Örneğin bir harfi bir renk ile bağdaştırmak için çokça pratik yapmak gerçekten bir süre sonra o harfi o renk ile birlikte algılamanıza sebep olabilir. Ancak tabii ki bu özellik doğuştan sinestet olan kişiler gibi kendiliğinden olmadığı için pratik yapmadığınız sürece çabucak yok olacaktır.

            Peki sinestezi bir hastalık mıdır? Beynin yapıları arasında özel ve kuvvetli bağlar sayesinde gerçekleşen sinestezinin bir çeşit hastalık olduğunu düşünebilirsiniz fakat aslında bu durumun bir hastalık değil, tam tersine bir ayrıcalık olabileceğini söyleyebilirim. Araştırmalar sinestet kişilerin genellikle hafızalarının daha kuvvetli olduğunu ve sanatsal yönlerinin diğer insanlara göre çok daha gelişmiş olduğunu gösteriyor. Örneğin bir sinestet olan Daniel Tammet, pi sayısının 22 bin 500. rakamına kadar sırayabiliyor ve bunu her bir rakama baktığında farklı manzara resimleri gördüğünü ve bu sayede rakamları sırasıyla aklında tutabildiğini ifade ediyor. Tarihte de bu büyülü deneyime sahip olan birçok sanatçı, bilim insanı ve yazar olduğunu ve bunların birçoğunun çok iyi bildiğimiz kişiler olduğunu söylemek isterim. Örneğin Nikola Tesla, yazar Vladimir Nabakov, ressam Van Gogh, Macar besteci ve piyanist  Franz Liszt, fizikçi Richard Feynman tanıdık sinestetlerden sadece birkaçı.

            Yazımın sonuna gelirken lise yıllarında okuduğum, beni sinesteziyi araştırmaya yönlendiren ve bu sayede kendimin de aslında bir sinestet olduğunu fark etmemi sağlayan bir roman önerisi yapmak istiyorum. Eğer siz de sinestetseniz veya sinestezi konusuna ilgi duymaya başladıysanız Adam Faver’ın Empati kitabını merakla okuyacağınıza eminim. Şimdiden keyifli okumalar!

Dilruba Soygüder


Kaynakça

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Synesthesia#:~:text=projective%20synesthesia%3A%20seeing%20colors%2C%20forms,the%20sense%20that%20it%20triggers

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content