Identity

James Mangold’un yönettiği; içinde gizem, gerilim, korku, suç ve psikolojik öğeler barındıran Identity filmi, 2003 yılında sinema severlerle buluşmuş olup filmde John Cusack gibi önemli aktörler de yer almaktadır.

Mangold, bu filminde neredeyse tek bir mekân kullanmıştır. Sizi kasvetli, yağmurlu ve fırtınalı havanın içine sokar; kullandığı kamera açıları ve seslerle size dehşeti, gerilimi ve psikolojik olarak rahatsızlığı fazlasıyla hissettirmeye çalışır. Ayrıca senaryonun belki de en önemli kısmı, filmin sonunda sizi adeta şaşkına çevirip ters köşe yapmasıdır.

Filmde işlenen bir diğer önemli öğe ise Dissosiyatif Kişilik Bozukluğudur.

Dissosiyatif Kişilik Bozukluğu: Genellikle travmatik yaşantılar dolayısıyla kişinin savunma mekanizması olarak kişilikler veya bir kişilik yaratmasıdır. Yaratılan bu kişiliklerde genellikle her zaman bir duygu veya eskiden kalan bir anı olur. Kimi kişilikler iyi iken, şiddet canlısı kişilikler de vardır veya bazen intihara meyilli kişilik de görülebilir. Bu hastalığa yakalanan erkeklerde kadın kişilikler ve bu hastalığa yakalanan kadınlarda ise erkek kişilikler rahatça yaratılabilirler.

Dışarı bakan rüya görür. İçeri bakan uyanır. -Carl Gustav Jung

 

Filmin konusuna gelecek olursak eğer, fırtınalı bir gecede on yabancı farklı sebeplerden dolayı bir motele sığınmak zorunda kalır. Havanın da etkisiyle bu otel dışı ile hiçbir bağlantı kurulamaz ve on yabancı karakterimizin dünyayla olan iletişimleri koparak bu ıssız ve ürkütücü yerde kendi başlarına kalırlar. Çok zaman geçmeden çeşitli tuhaf olaylar baş gösterir. Gizemli bir şekilde seri cinayetler işlenmeye başlar ve karakterlerimiz birer birer aramızdan ayrılır. Daha sonra karakterlerimiz bu katilin kim olduğunu bulmaya ve hayatta kalmaya çalışır. “KATİLİ BUL VEYA KATİL GÖRÜN “

BU KISIMDAN SONRAKİ OKUYACAĞINIZ ANALİZLERİMİZ AĞIR SPOİLER İÇERİR!

Filmimiz, Malcom Rivers adlı suçlunun ses kaydını dinleyip işlediği cinayetlerin doküman ve kayıtlarını inceleyen doktorun sahnesiyle başlıyor. Ardından doktor gece bir telefon alıyor ve Malcom Rivers’ın yarınki idamından önce yeni bulunan bir delil neticesinde ani bir duruşma yapılacağını öğreniyor.

 

 

Daha sonra olayların gerçekleşeceği motele geçiş yapıyoruz.

Karanlık bir fırtınayla beraber karakterlerimiz sıra ile bir oda numarası alarak odalarına yerleşmiştir. İlk öldürülen karakterimiz, eski bir film yıldızı olan Caroline Suzanne kafası kesilerek öldürülmüştür. Bunu fark edilmesiyle, moteldeki herkes korkuyla bir odaya toplanarak konuyu tartışmaya başlamışlardır ve bu arada Ed karakterimizin de eski bir polis olduğu öğrenilmiştir. Karakterlerimizin içine işlemiş korku, tedirginlik ve gizem bu tartışmaları kaosa sürüklemeye çok yakındır. Oluşan gerginliğin ilk sinyalleri verilmeye başlanır, Ginny karakterimiz korkuyla hareket ederek kendini, güvence altına almak için bir odaya kitler. Bir zaman sonra eşi Lou odada sessizleşmiştir. Merak ve endişeyle birlikte Ginny dayanamayarak banyodan çıkar sessizliğin ortasında birden gölgelerle gözüken bir bıçak görür ve tam saldırıya uğrayacakken tekrar kendini banyoya kitler ve ardından pencereden çıkarak kaçmayı başarır. Yardım çığlıklarını duyan karakterlerimiz Ginny’nin yardımına koşar. Daha sonra polis karakterlerimizle birlikte odaya girerler ve gördükleri manzara karşısında buz keserler. Artık Lou da öldürülmüştür. Moteldeki cinayetler hız kesmeden devam etmektedir. Polis Rhodes’ten kaçmış olan katil Robert Maine karakterimiz motelden uzaklaşmaya çalışırken kendini yemekhanede bulmuştur. Daha sonra orada eski polisimiz Ed tarafından fark edilmiştir ve bağlanarak etkisiz hale getirilmiştir. Karakterlerimiz gizemi çözmeye devam ederken bir şeyi fark ederler; numaralar… Ölen insanlar oda numaralarına göre 10’dan geriye doğru devam ederek ölmüşlerdir. Tam bu sırada yemekhanedeki katile bakması için görevlendirilen Motelin sorumlusu Larry, dışarıda görülmüştür. Bu duruma sinirlenen polislerimiz Larry ile yemekhaneye gider ve gördükleri karşısında tekrardan dehşete düşer. Robert Maine bağlandığı yerde ağzında beyzbol sopasıyla ölü olarak bulunur. Ölüm fırtınası, bu cinayetlerin sorumlusu sanılan katil Robert Maine’i de içine alarak karakterlerimize bir şok daha yaratmıştır. Tam bu noktada şüpheler Larry’nin suçlu olduğu yönünde değişmiştir. Çıkan tartışmalarda yemekhanenin buzluğu açılır ve olay mahaline bir ceset daha düşer. Herkes şaşkınlıkla bakarken Larry çoktan oradan uzaklaşmış olur ve arabasına koşar. Kaçmaya çalışırken önüne çıkan çocuk Timmy’e çarpmamak için direksiyonu kırar ve babası George York’a çarpar ve o da kaza sonucu orada ölür.

 

Bu sahneden sonraki gözüken sahnede tekerlekli sandalyeyle taşınan Malcolm adlı bir suçluyu ve bir odada bu kişinin işlediği suçları araştıran yargıç, psikiyatrist ve dedektiflerden oluşan bir heyeti görüyoruz. Daha sonra yargıca incelemesi için verilen günlükten de anlaşıldığı gibi Malcolm’un anılarını sanki birkaç farklı insan yazmış gibi gözüküyor ve doktor, bunun dissosiyatif kişilik bozukluğu olduğuna dikkat çekiyor.

Bu sahneden sonra tekrar motele dönüyoruz. Hayatta kalan karakterlerimiz endişe ve merakla ne yapacaklarını düşünüyor. Karakterlerimiz olanlara dair odada bir ipucu arıyorlar. “Neden biz? Bizi bağlayan ortak şeyler ne?” diye düşünmeye başlıyorlar ve konuşurken bazı noktalarda ortak zevklerinin olduğu fark ediliyor. Mesela Ed ve Paris’in toprak işleriyle alakalı zevkleri gibi.

İşlenen cinayetlerin oda numaralarıyla sondan başa doğru gittiğini öğrenmiştik ama bu sahneyle birlikte öğrenilen bir diğer önemli detay da kazayla oluşan ölümlerin bile bu sırayla gerçekleşmesi. Sanki tüm senaryo baştan belli ve ölüm meleği işini yaparak tek tek repliklerini oynuyor gibi…

Bunların üstüne Ed’in önermesiyle moteli terk etmeye çalışan Ginny ve Timmy de arabalarının patlamasıyla ölürler. Bu ölümden sonra çok daha ilginç bir şey fark edilir; ölü bedenler ve hatta kalıntıları bile esrarengiz bir şekilde yok oluyor. Bu sahnelerden anlaşılacağı gibi bu ölümler ve olaylar gerçek bir hayatın izleri olamazlar.

Artık filmde son yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştır. Paris’in “Pes ediyorum! Haftaya otuzuma giriyorum ve tek istediğim eve dönüp portakal yetiştirmek” sözlerinin ardından karakterlerimiz enteresan bir şekilde doğum günlerinin aynı olduğunu öğrenmiştir. Yani tüm bu karakterlerimizin kökeni aslında birbiriyle farklı gibi görünse de hiç tahmin edilemeyecek kadar benzerlerdir. Araştırmaya başlayan Ed, ürkütücü ama bir o kadar da ilginç bilgiler bulmaya devam etmiştir. Aslında moteldeki herkesin isim ve soy isminin eyalet ve şehirlerden oluştuğunu fark etmiş ve adeta yıkılmış bir şekilde bazı düşüncelerin esiri olmuştur.

Ed düşünceleriyle boğuşurken filmin başında da duyulan Malcolm Rivers’ın ses kaydı duyulur;

-Merdivenden çıkarken orada olmayan biriyle karşılaştım. Bugün de orada değildi. Keşke, keşke gitseydi dedim.

-Kiminle konuşuyorum? Şu anda kiminle konuşuyorum? Bu şiiri nereden öğrendin? Kiminle konuşuyorum bana bak!

Ve Filmin belki de en önemli sahnesi gözler önüne serilir. Ed ve Malcolm tekerlekli sandalyede yüzleri üst üste gelecek şekilde oturmaktadır. Artık Ed kendini motelde değil Malcolm Rivers’ın sorgulandığı odada heyetin karşısında bulur ve doktoru tanıyıp olanları anlatmaya başlar.

 

Ve bu sahnede doktorun Ed’in aynaya bakmasını sağlamasıyla Ed ve bizlerin artık her şeyi anlamasını sağlamıştır. Aslında moteldeki tüm karakterler Malcom Rivers adlı dissosiyatif kişilik bozukluğuna sahip mahkûmun zihninde oluşturduğu karakterlerdi ve o gece moteldeki o cinayetleri işleyen katil de Malcolm’un zihninde oluşturduğu bir diğer karakterdi. Eğer Malcolm’un oluşturduğu o karakterin artık Malcolm’un zihninden gittiği ispatlanmazsa 19 saat sonra mahkûm idam edilecekti.

 

Ed hala durumu tam olarak kabul edememişti. Direniyordu, kontrolu bırakmamak için direniyordu. Daha sonra tekrardan bilinçaltına geri döndü. Katili bulmak üzere her şeyin başladığı yerde aynı moteldeydi.

Bilinçaltındaki karakterlerimiz hala motelde bir kaçış yolu aramaya çalışırken Paris, arabanın torpidosunda çok önemli bir ipucu bulmuştu. Aslında kendini polis diye tanıtan Rhodes de Robert Maine gibi bir suçluymuş. Daha sonra arabanın bagajını açan Paris, polis cesedini görünce vücudunu bir ürperti ve korku sarmıştı. Ne yapacağını bilmeyen genç kız Ed’i aramaya başladı. Heyecanla Ed’i ararken bir anda karşısına çıkan Rhodes, Paris’i sorgulamaya başladı. Korku içinde kalan kızın yardımına Larry koştu ve Rhodes’i etkisiz hale getirdiler ama o kadar basit değildi. Rhodes bir anda elindeki silahla Larry’i öldürdü ve namluyu Paris’e doğrulttu. Ürkütücü motelde iki kişi ölüm kalım savaşı verirken bir anda Ed, Paris’i bulur ve ona sakin olmasını her şeyin düzeleceğini söyler. Ed artık her şeyin farkındaydı ve her şeyi biliyordu. Malcolm’un bilinç altındaki katili Rhodes’i öldürdüğüne inanıyordu ama artık kendi de ölüydü. Her şeyden habersiz olan Paris, Ed’e yardım etmeye çalışıyordu nereye kaybolduğunu soruyordu ama Ed sadece tek bir şey söylemişti “Seni gördüm, portakal bahçesinde seni gördüm”.

Artık sabah olmuştu. Doktor hala yargıcı ikna etme peşindeydi. Doktorun anlattığına göre, cinayetleri Malcolm’un vücudu işlemişti ama o cinayetleri işleyen kişi artık zihninde değildi. Tüm bunlar göz önünde bulundurularak yargıç, Malcolm’u akıl hastanesine naklettirdi. Malcolm o gece 8 farklı karakterini öldürmüştü geriye yalnızca portakal ağaçlarıyla kaplı arazide gezen Paris kalmıştı. Her şeyin bittiğine inanılıyordu ta ki Malcolm’un kontrolünü zihninde unutulmuş o karakter alana kadar…Çocuk Timmy. Malcolm’un içindeki son masum kişiliği de öldüren Timmy artık tüm zihin ve bedenin kontrolünü ele almıştı. Artık kötülük kazanmıştı.

Ve film başladığı sesle bitti. “Merdivenden çıkarken orada olmayan biriyle karşılaştım. Bugün de orada değildi. Keşke, Keşke gitseydi dedim.”

 

Erdem Tiren

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content