Ruhun Yüzü: Dorian Gray’in Portresi / Oscar Wilde

Hiç düşünmeden bir anda söylediğimiz bir söz, dileğimiz yerine geçerek hayatımıza ne denli etki edebilir? Oscar Wilde, bu düşüncenin etrafında bize pek çok farklı bakış açısı sunuyor bu kitapta. İyilik-kötülük, gençlik-yaşlılık, güzellik-çirkinlik gibi herkesin üzerine düşünüp sorgulaması gereken kavramlara oldukça sık yer veriyor. Her cümlesini hayatla ilişkilendirebileceğimiz Dorian Gray’in Portresi, kendi ruhumuza bakmamız için de yol gösterici nitelikte bir kitap.

Bu kitap yazarın tek romanı olarak 1891’de yayımlanır. Yazar, cinsel kimliğinden ve kitabın içeriğinden ötürü içinde bulunduğu Victoria Dönemi’nde ağır eleştirilere maruz kalır ve bir süre sonra kitaba sansür uygulanmasına izin verir. Bunun üzerine yazarın söylediği şu sözleri beni çok etkiler: “Toplumun ahlaka aykırı saydığı kitaplar, topluma kendi ayıbını gösteren kitaplardır.” Romanında birçok edebi, psikolojik ve felsefi unsura yer veren Wilde, Dorian Gray’in ruhsal değişimlerini büyük bir ustalıkla gözler önüne serer.

Kitaptaki üç ana karakteri incelemeden önce yazarın bu karakterlerle ilgili sözünü paylaşmak istiyorum: “Basil Hallward, ben olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry, dünyanın ben sandığı kişidir; Dorian Gray ise benim olmak istediğim kişidir, belki başka bir çağda.”

Yani bu romandaki üç karakteri aslında Freud’un psikanalitik kuramındaki üç temele benzetebiliriz: Lord Henry egoyu, Basil Hallward süperegoyu ve Dorian Gray idi temsil eder. İd, dürtüsel ve haz odaklıyken ego, idin isteklerinin uygun zamanda uygun şekilde karşılanmasını sağlar. Süperego ise kişiliğin ahlaki yönüdür ve idden gelen dürtüleri baskılayarak egoyu iyi amaçlara yönlendirmeye çalışır. Freud; idi bir ata, egoyu ise atın sürücüsüne benzetir. Ona göre benlik de idin bir parçasından gelişmektedir fakat aralarında net bir ayrım yapılamamaktadır. Kitaptaki üç karakteri tek bir benlik olarak düşünürsek üçüne de içimizdeki sesler olarak kulak verebiliriz. Bu durumda Basil, bize iyiyi-doğruyu hatırlatan yanımız olarak vicdanı ve erdemliliği temsil eder. Dorian, yalnızca şimdiyi ve sahip olduğu güzelliği düşünerek ilkel dürtülerinin peşinden koşarak bize yasakları hatırlatır. Lord Henry ise Dorian’a istekleri doğrultusunda nasıl yaşayacağı konusunda yol gösteren ve arzularının gerçeğe uyumlanmasında ona yardımcı olan bir akıl hocasıdır.

Kısaca karakterlerin kitaptaki rollerinden bahsetmek gerekirse: Basil Hallward, Dorian’ın güzelliğinden büyülenerek portreyi çizen ressam, Lord Henry, Basil’in hazcılığı benimseyen soylu arkadaşı ve Dorian Gray, Lord Henry’nin düşünceleriyle etkisi altına aldığı, toplumun yüksek kesiminden yakışıklı bir gençtir. Basil ve Lord Henry iki dosttur fakat karakter yapıları olarak zevkli bir çelişki oluştururlar. Başta Basil’le arkadaş olan Dorian’ın zamanla en yakınında Lord Henry’yi bulması Lord’un kendisine sürekli isteklerini besleyecek telkinler vermesidir. Lord Henry etki denen şeyi bilimsel olarak ahlakdışı bulsa da Dorian’ı hep yeni heyecanlar aramaya, ömrünü dilediğince yaşamaya teşvik eden hedonist yaklaşımları gencin yavaş yavaş sonunu hazırlar.

Portrenin çizilmesi, kitaptaki olay zincirinin başlangıcı olur. Basil’e göre Dorian kusursuzdur ve bedenle ruhun uyumunu yansıtır adeta. Onun portresi, hayatında yaptığı en üstün şey olur Lord Henry’nin deyimiyle. Portresini gören Dorian ise kendi güzelliğinin bilincine varır ve bir gün yaşlanıp yüzünün kırışacağı zamanları düşünerek korku duyar. Güzelliği hiçbir zaman yitmeyecek olan portreyi kıskanır. İşte o zaman bir dilekte bulunur: “Keşke benim yerime resim değişebilseydi ve ben şu an nasılsam öyle kalsaydım.”

Belki genç bir adamın yaşlanma korkusu normaldi fakat ağzından çıkan bu sözlerle portre artık onun ruhunun bir yansıması olacak ve her günahı oraya işaretlenecekti.

 

Basil’e bu resmi çizdiğinden dolayı öfke duyan Dorian, hayatını Lord Henry’nin fikirleri etkisinde yaşamaya başlar. Lord Henry zevke düşkün biri olsa da hayatını toplumsal sınırlar içinde göze batmadan yaşayabilmektedir, ahlaka uygun tek şey söylemez fakat görünürde ahlak dışı bir şey de yapmaz. Oysa Dorian bu macerada yenidir ve üst üste işlediği günahlar sonucunda Lord Henry’nin rahatlatmalarına ihtiyaç duyarak ona bağımlı gelir. Aşık olduğu kız Sibyl bir gün tiyatroda kötü bir performans sergiler ve ardından Dorian onu terk ederek kızın intiharına sebep olur. Ancak Dorian, bu ve üstüne yaptığı hiçbir kötülükten asla kendini sorumlu tutmaz çünkü ona göre dünyada gençlikten ve hazdan başka hiçbir şey yoktur.

Tüm bunlar olurken tablo çirkinleşmekte fakat Dorian gençliği ve canlılığından hiçbir şey kaybetmemektedir. Yaptığı her kötülük portrede iz bırakarak resmini yaşlı ve çirkin bir hale getirir ki artık resim, Dorian’ın ruhu olmuştur.

Dorian bu tablodaki görüntüsünden iğrenip onu gizli bir odaya kaldırsa da tablonun etkisinden kurtulamaz. Bir yakarışla değiştirdiği resmi yeniden bir yakarışa karşılık eski haline dönüştürebileceğini düşünse de içinde bulunduğu durumdan kurtulamaz. Sonunda resmin ne hale geldiğini Basil’e gösterir ve bu lanetten dolayı Basil’i suçlayarak onu öldürür. Aradan geçen zamanla içindeki karanlık düşüncelere daha fazla dayanamayan Dorian toblodan kurtulmak ister. Ve bir bıçak alıp tabloya saplar. Oysa o anda tabloyla bütünleşmiş olan kendi ruhunu öldürmüş olur. Ertesi gün odaya giren uşakların karşılaştığı manzara; duvarda asılı harika bir portre ve yerde yatan, buruşmuş yüzünden tanıyamadıkları bir adamdır.

Buradan sonrası tamamen sizi bir iç muhasebeye sürüklüyor doğrusu. Güzellik peşinde koşmak yaşamın gerçek gizi mi? Ya da güzellik de bir tür deha mı? Hepsinden önce birini etkilemek etik bir şey midir? Mesela insanı kendi doğal düşünceleriyle düşünemez hale getirmek iyi bir etki sayılabilir mi? Eğer siz de portre değiştikçe içinizde nelerin değişeceğini merak ediyorsanız kesinlikle bu kitabı okuyarak bu deneyimi yaşamalısınız.

Sude Mert

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content