Tanrı’yı Düşünmek

Bilişsel yansıma (cognitive reflection) dinsel inançsızlığa mı yol açıyor?

“Tanrı’yı algılayan akıl değil kalptir.”  –Blaise Pascal

Din psikolojisinde öne çıkan hipotezlerden biri, analitik düşünmenin dinsel inançsızlığa yol açacağını ön görür (Norenzayan & Gervais, 2013). Buna göre, derinlemesine düşünmeye eğilimi olan veya dini görüşler üzerine derinlemesine düşünmeye yönlendirilmiş kişiler, bu dini görüşler konusunda daha şüpheci olur. Bu kanı çokça kabul gören, Pascal’ın da yukarıda ifade ettiği gibi, dindarlık için akıl yürütme önemli değildir görüşüyle tutarlıdır.

Aslında, Pascal meşhur dini dönüşüm olayının, 23 Kasım 1654 akşamı “rüya gibi veya mest edici” bir deneyime dayandığını iddia etti (Clarke, 2015). Ancak, en azından bu dönüşüme kadar, Pascal hem etkili bir matematikçi hem de bir filozoftu – fevkalade bir şekilde analitik düşünen bir kişi.

Onun dini değişimi sezgisel bir fikir değişikliği miydi yoksa Tanrı’nın varlığına dair derinlemesine düşünmesine mi dayanıyordu?

Pascal’ın ifadesi, zihnin modern ikili süreç modelini öngördüğü için aydınlatıcı bir ifadedir: Genellikle itimat ettiğimiz sezgisel, otomatik ve efor gerektirmeyen Tip 1 süreçler ve gerekli ve mümkün durumlarda öne çıkan analitik, kontrollü ve efor gerektiren Tip 2 süreçler (Evans & Stanovich, 2013).

Sezgisel dini inanç hipotezi denilen hipotezi destekleyen artan miktarda kanıt, tam olarak bu ikili işlem bakış açısına dayanır.

Literatüre Genel bir Bakış

Genel anlamda söylersek, sezgisel dini inanç hipotezi hakkında kanıt toplamak için iki alternatif metot kullanılır.

İlk metot, derinlemesine düşünme eğilimi ile dini inanç arasındaki istatistiksel ilişkiye bakılmasıdır. Birçok sayıda, gözlem içeren, meta-analiz araştırmaları genellikle tutarlı bir şekilde bu iki değişken arasında negatif bir ilişki buldu ve sezgisel dindarlık konusunda korelasyonel kanıt sundu (Pennycook, Ross, Koehler & Fugelsang, 2016). Bu bağlantı sadece iyi eğitimli, endüstrileşmiş, zengin, demokratik (WEIRD) ve (belki biz ekleyebiliriz) genellikle Hristiyan olan Batı toplumlarında değil, aynı zamanda Hristiyan ve Batılı olmayan (non-WEIRD) toplumlarda da ortaya çıkıyor (Bahçekapılı & Yılmaz, 2017; Stagnaro, Ross, Pennycook & Rand, 2019). Örneğin, kültürler arası farklılığa rağmen, Gervais ve ark. (2018) on üç farklı ülkeden elde ettikleri toplu veri setinde yine negatif (fakat küçük) bir bağlantı buldu.

İkincisi, analitik düşünmenin dini inanç üzerindeki direkt etkisini göstermek için analitik düşünmeyi manipüle etmeye yönelik birçok metot geliştirildi. Sezgisel dini inanç hipotezi ilk defa iki farklı araştırmacı grubu tarafından 2012 yılında test edilmeye başlandı ve iki grubun bulduğu sonuç da aynıydı, analitik düşünme dini inancı azaltıyor (Gervais & Norenzayan, 2012; Shenhav, Rand & Greene, 2012). Ayrıca, bu bulgular daha sonra Batılı olmayan bir toplumda da tekrar edildi (Yılmaz, Karadöller & Sofuoglu, 2016).

Ancak, sonradan yapılan araştırmalar önceki deneysel bulguların daha az güçlü olduğunu (Camerer ve ark., 2018; Sanchez, Sundermeier, Gray & Calin-Jageman, 2017; Sarıbay, Yılmaz & Körpe, 2020) ve literatürde kullanılan deneysel analitik düşünme manipülasyonlarının da zayıf ve güvenilmez olduğunu gösterdi (Deppe ve ark., 2015; Meyer ve ark., 2015; Yılmaz & Saribay, 2016).

Örneğin, Gervais ve Norenzayan (2012) analitik düşünmeyi teşvik etmek için katılımcılara Rodin’in Düşünen Adam’ını veya Myron’un Disk Atıcı (Discobolus) Adam heykelini gösterdiler ve sezgisel dindarlığa yönelik kanıt buldular. İki geniş ölçekli çalışma bu beklenmedik ama tuhaf sonucu tekrarlamakta başarısız oldular (Camerer ve ark., 2018; Sanchez ve ark., 2017). Bunun sonucunda araştırmacılar övgüye değer bir şekilde önceki araştırma bulgularının yanlış pozitif olduğunu kabul ettiler (Gervais & Norenzayan, 2018). Daha sonra, metodolojinin yarasına tuz basmak amacıyla, Gervais ve Norenzayan tarafından kullanılmış bir başka derinlemesine düşünme manipülasyonunun (difficult-to-read-font) da işe yaramadığı gösterildi (Meyer ve ark., 2015).

Bazıları bu ve bunun gibi tekrarlama başarısızlıklarının, bilimsel yöntem konusundaki şüphelerini doğruladığını düşünse de bu deneyimler insan davranışının deneysel olarak çalışılmasını kısa bir sürede önemli ölçüde geliştiren, metotların şeffaflığını ve sonuçların yeniden üretilebilirliğini vurgulayan açık bilim anlayışının ortaya çıkmasına neden oldu.

Yine de hala önemli sorular var: Bilişsel yansıma dinsel inançsızlığı mı teşvik ediyor? Deneysel sonuçlar değişken olduğunda korelasyonel sonuçların doğruluğunu nasıl açıklayabiliriz?

Son Gelişmeler

Yakın zamanda Judgment and Decision Making’de yayınlanan bir makalede, bu soruya cevap aradık (Yılmaz & İşler, 2019). Dini inanç genellikle kişinin sosyalleşmesinin ilk yıllarında elde edildiğinden, bu inancın derinlemesine kökleşmesinin makul olduğunu ve bu sebeple güvenilir bir şekilde manipüle edilmesinin zor olduğunu savunduk. İnsanlar, aslında kendi bireysel kimlikleri çerçevesinde, Tanrı’ya inanıp inanmadıklarını ve ne kadar güçlü bir şekilde inandıklarını genellikle bilirler.

Diğer bir yandan, düşünme stili gelişim yıllarının başlarından itibaren kanıtlanması muhtemel kalıcı bir bireysel kişilik özelliği olduğundan, korelasyonel çalışmalar bu kalıcı ilişkiyi görece kolaylıkla yakalayabilirler. Hatta biz, derinlemesine düşünmeyle dini inanç arasındaki önemli negatif korelasyonu Bilişsel Yansıma Testi’nin (Thomson & Oppenheimer, 2016) sözel versiyonuyla ölçerek tekrarladık.

Önceden kaydedilmiş iki büyük örneklem deneyinde (N= 1,602), derinlemesine düşünme ve dini inanç arasındaki nedensel bağlantıyı test etmeye çalıştık. Bunu yapmak için, güvenilir ve güçlü bir bilişsel süreç manipülasyonu, yani zaman sınırları seçtik. Her iki çalışmada da Amazon Mechanical Turk’ten ABD vatandaşlarının verisi kullanıldı. İlk çalışma, en az 20 saniyelik düşünme gerçekleştiren grubu ve herhangi bir zaman sınırı olmayan grubu (kontrol grubu), 5 saniyelik zaman baskısı altında ortaya çıkan dini inançların gücü yönünden karşılaştırdı. Zaman baskısı altında ortaya çıkan nispeten daha spontane tepkiler, düşünme fırsatlarını sınırlayarak sezgileri yansıtma eğilimindeyken, zaman gecikmesi altında ortaya çıkan tepkiler daha düşünülmüş yanıtlar olma eğilimindedir.

Sezgisel dini inanç hipotezi için herhangi bir kanıt bulamadık.

Şaşırtıcı olansa, derinlemesine düşünmenin inanmayanlar (yani ateistler ve agnostikler) arasında Tanrı’ya olan inancı artırma eğiliminde olduğuna dair keşif niteliğinde kanıtlar bulduk. Sonuçlarımızın istatistiksel bir şans eseri olmadığını kontrol etmek için önceden yapılmış başka bir çalışmayı tekrarladık. Ama bu sefer, derinlemesine düşünmenin Tanrı’ya olan inancı artıracağını ve inanmayanlar arasındaki etkisinin daha güçlü olacağını varsaydık. Yeniden düzenlenmiş hipotezimiz alışılmışın tam tersiydi. Ayrıca, katılımcıların öncelikle sezgilerine güvenmelerini ve Tanrı’ya olan inançlarına 5 saniye içinde cevap vermelerini istedik, daha sonra en az 20 saniye boyunca düşünmeleri istendikten sonra kendi cevaplarını gözden geçirme şansları oldu. Bu tasarım testimizin gücünü, yani sistematik farklılıkları algılama kabiliyetini artırmayı ve inanç değişikliğine ilişkin daha fazla bilgi sağlamayı amaçlıyordu.

Ve işte!

Özellikle inanmayanlar arasında, derinlemesine düşünmenin Tanrı’ya olan inancı güçlendirdiğine dair önemli kanıtlar bulduk. Daha öte analizler, etkinin, inanmayanların görüşlerindeki değişikliğin görece daha kesin inançsızlıktan (“kesinlikle yok”) daha belirsizliğe (“büyük ihtimal yok” ya da “emin değilim”) kaymasından kaynaklandığını gösterdi.

Başka bir deyişle, inanmayanlar kendilerinin spontane cevaplarını düşünmeye yönlendirildikçe, Tanrı’nın var olmadığına dair muhtemelen uzun süreli inançları hakkında daha şüpheli yaklaşmaya başladılar. İnanmayanların kendi kendini sorgulamaya daha açık olduğunu varsayıyoruz. Dini inanç bağlamında, bu tür bir kendini sorgulama Tanrı hakkında yanılmış olabileceklerine dair olumlu bir ihtimalin kabul edilme olasılığı ile sonuçlanır.

Pascal’ın bahsi

Belki de Pascal’ın dönüşümüne yol açan, Tanrı hakkında yanılmış olmanın muhtemel endişesiydi. Onun ünlü bahsi, dini inançsızlıkta neyin tehlikede olduğunu açıklığa kavuşturmuştu. “Hadi, Tanrı’nın olduğuna bahse girmenin kazancını ve kaybını tartalım” dedi. “Hadi, bu iki şansı tahmin edelim. Eğer kazanırsan, hepsini kazanırsın. Eğer kaybedersen, hiçbir şey kaybetmezsin.”

Özünde, Pascal burada ateizmin ya da agnostisizmin hiçbir koşulda Tanrı’nın varlığına inanmaktan daha fazla fayda sağlayamayacağını savunuyor. Pascal’ın bahsi, derinlemesine düşünmenin inanmayanlar arasında kendi kendini sorgulamayı artırmasına dair bulgumuza makul bir açıklama sağlıyor. Söylemeye gerek bile yok, yeni bulgumuz daha fazla araştırmayı gerektiriyor ve yakın gelecekte Pascal’ın bahsini deneysel olarak test etmeyi umuyoruz.

Çevirmen Notu: Araştırmacılardan biri olan Doç. Dr. Onurcan Yılmaz’ın Kadir Has Üniversitesi bünyesindeki araştırma laboratuvarına ulaşmak için tıklayınız: Moral Intuitions Lab

Çeviren: Mustafa Yıldırım – Yaren Günay

Kaynak: psychologytoday

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content