Travmalar ve Sevgisiz Büyüyen Çocuklara ‘Hayatta Kalanlar’ ile Bir Değerlendirme

 

‘’Acı geçiyor.

Acı elbette geçiyor.

Acı çekmiş olmak geçmiyor.’’

-Kemal Varol

İsveçli yazar Alex Schulman’ın kaleminden Türkçe’ye yakın zamanda kazandırılmış bir roman ‘’Hayatta Kalanlar’’. Alex Schulman’ın çocukluğundan izler taşıdığı söylenen bu romanda beş kişilik bir aile karşılıyor bizleri. Anne, baba, Nils, Benjamin, Pierre ve evcil köpekleri Molly. Hikâyeyi Benjamin’in gözünden okuyoruz. Dışarıdan her şey normal gözükürken yazar bir yapboz parçası gibi oluşturduğu kurgusuyla okuyucuyu bütüne, her şeyin sebebine götürüyor. Bütün aile fertlerinin yaşamını, kişiliğini ve birbirleriyle ilişkilerini değiştiren dönüm noktasına bir bulmacayı çözer gibi ulaşıyoruz ve gerçek, bir tokat gibi okuyucuya çarpıyor. Yaşanan travmatik olayın ve ihmal edilmiş çocukluklarının her birinin ruhunda bıraktığı yaraları okuyoruz. Bugünden başlayıp geriye akan zaman dilimiyle sıralanmış bölümler ile çocukluk anılarına giden geriye dönüşleri içeren bölümlerle, karakterlerin çocukluk dönemlerinin yetişkinlik hayatlarını nasıl etkilediği, Alex Schulman’ın dili kullanımındaki mahareti sayesinde canlı bir sahne gibi karşımızda beliriyor.

‘’Yazlık Ev’’ ve ‘’ Çakıllı Yolun Diğer Tarafı ‘’ adlı iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, yaşananların sonuçlarını okuyarak başlıyoruz romana. Kardeşler, annelerinin vasiyeti üzerine, küllerini dökmek için zamanlarının çoğunun geçtiği fakat yaşanan olaydan sonra bir daha geri dönmedikleri yazlık eve doğru yola çıkıyorlar. Herkes ve her yerden izole, çeşitli istismar ve ihmallerle dolu yazlarının geçtikleri ve her şeyin başladığı ev. Bu yolculukla beraber yaşanan hesaplaşmalar ve çözülmelerle tanıyoruz karakterleri. Alkolik, ilgisiz ebeveynlerin yaptıkları ve yapmadıklarıyla beraber kardeşler, kitabın adıyla mutabık olarak gerçekten de ‘hayatta kalmayı’ başarıyorlar. Babalarının oyun kurduğu, annelerinin kitap okuduğu nadir anlar haricinde yedi, dokuz ve on üç yaşlarındaki çocuklar tek başlarına, dünyaya karşı savunmasız ve yabancı bireyler olarak bırakılıyor. Anne babanın öğle yemeklerinden sonra uyumaya çekildiği, televizyonun yasak olduğu bu evde çocuklar kendilerine uğraşlar edinmek zorunda kalıyorlar ancak duygusal yönden sığ kalıyorlar. Bu bilgilerin eşliğinde kitapta ‘anne-babanın’ adlarının hiç geçmemesi, çocuklarla aralarında bir bağ kuramadıklarını düşündürüyor. Nitekim, çocukların birbirine sevgi gösteremedikleri, özür dileyemedikleri ve büyüdükçe tamamen birbirlerinden kopmaları bu duyguların onlara öğretilmediğini gösteriyor. Sevgiyi tanımadan büyümüş çocuklar içlerindeki boşluğu anlamlandıramıyor. En küçük kardeş olan Pierre ve en büyükleri Nils’in birbirleriyle ölesiye tutuştukları kavganın geriye akan saatleriyle ilerleyen kitap bize her şeyin bir nedeni olduğu mesajını daha başında veriyor.

Anne ve babanın çocukları başlarından savmak için yaptıkları hareketlerin acımasızlığı, çocukların ruhlarında korkular inşa ediyor. Sözgelimi, babanın çocukları karanlıkta gölde yüzme yarışına sokması fakat bu yolun çok uzak olması, çocukların geri dönememekten korkması ve öleceklerini sanmalarıyla sonuçlanıyor. Başardıklarındaysa anne babalarını bıraktıkları yerde bulamayan çocuklar şaşkınlıkla kalakalıyorlar. Üstelik bu tür yarışlardan hoşlanmayan Benjamin kardeşleriyle bağının kopmasından korkuyor. Böyle güvensiz bir ortamda Benjamin, hep diken üstünde ve gözlemci halleriyle karşımıza çıkıyor. Sık sık yaşanacak kavgaları önceden kestirip önlemeye çalışıyor ve anne babasından, rahatsızlık vermemek için, uzakta kalıyor. Ebeveynlerinin arasındaki kavgaları dinleyerek endişeleniyor, haddinden fazla sorumluluk almaya çalışıyor. Mesela annesinin bazen babasından iğrendiğini belli eden mimiği bir tek Benjamin yakalıyor.

Çocuklukta yaşanan ihmal ve istismarların çeşitli psikolojik hastalıklara ve travmalara yol açtığı biliniyor. Bunlara örnek olarak; beslenme ihtiyaçlarının karşılanmaması, ekonomik yetersizlik, eğitimsizlik, fiziksel şiddet uygulanması, çocuğun giyimine ve kaldığı yerin temizliğine özen gösterilmemesi, çocuklara verilen ağır cezalar ve ilgisiz ebeveynler gibi pek çok madde sıralanabilir. Burada saydığım örneklerin hepsi bu üç kardeşin çocukluğunda mevcut. Yoksulluk sınırının altında bir üst-sınıf eğitimi almış kardeşlerin, yaşanan büyük trajedinin yol açtığı travmaya kadar, aslında küçük gözüken bu ihmallere çok sık maruz kaldıklarını görüyor ve bu ihmallerin benlikleriyle yetişkinliklerine nasıl iz bıraktıklarına şahit oluyoruz. Ebeveynleri kadar eğitimli olamayan çocukların bilgisizlikleriyle ailede alay konusu olması çocukların her konuda sığ kaldığını gösteriyor. Nils’e başarısı için gösterilen tutumla ebeveynlerin diğer iki kardeşi örselemesi ve abileriyle kıyaslanması küçük kardeşlerin özgüvenlerini düşürmekle kalmıyor, ebeveynlerin ne kadar bilinçsiz olduğunu kanıtlıyor. Neticede Nils’in de istenilen başarıya ulaşamamasıyla beraber tüm çocukların sönük birer akademik hayatları oluyor. Atlanan akşam yemekleri ve çocukların zayıflığının sık sık vurgulanması anne babanın bu konudaki ilgisizliğini de sunuyor bizlere. Çocuklar akşamları kendilerine sandviç hazırlayarak ve süt içerek yetiniyor.

Benjamin’in kendini arkadaşlarıyla kıyaslayarak tanıması ve okulda hocasıyla arasında geçen diyalog bu ihmalin bir diğer kanıtı:

‘’Sınıf arkadaşlarının tırnaklarına baktıklarında hiçbir kire rastlamıyordu oysa. Onların tırnaklarıyla ilgilenen, temiz olduklarından emin olup tırnaklarını kesen birileri vardı.’’ (Schulman, 2022, s.139)

Resim hocasının da kendisini ter kokması konusunda uyarmasıyla Benjamin yavaş yavaş diğerleriyle arasındaki farkı görüyor ve kendi kendine bunları çözmeye çalışıyor.

Yazlık evde geçen anılardan okuduklarımıza göre Benjamin ve Pierre’in daha yakın oldukları sonucuna varıyoruz. Nils ile sık sık fiziksel görünümü konusunda dalga geçmeleri sonucunda Nils kardeşlerinden nefret ediyor ve yalnız kalmayı tercih ediyor. Pierre’in okulda diğer çocuklarla yaşadığı kavgalara şahit olup giden Nils, çoğu zaman sorunlarıyla böyle baş ediyor ve kaçmayı tercih ediyor. Benjamin bir gün Pierre ile zaman kapsülü yapmak istiyor ve bunun için babalarından kâğıt para istiyorlar fakat babalarının cüzdanı boş olunca Benjamin gizlice annesinden alıyor. Buna şahit olan annesi Benjamin’i karanlık ve soğuk kilere hapsediyor, aradan saatler geçiyor ve Benjamin ne zaman çıkacağını haber vermeyen annesinin korkusuyla saatlerce bekliyor. Böyle ağır cezaların kişiliğin zedelenmesinde çok büyük bir rolü vardır ve çocuk istismarına girer. Yine bir sahnede karanlıkta oyun oynamak amacıyla babalarının huş ağacı dalları toplarlarsa karşılığında para vereceği sözüyle çocuklar neşe içinde bir ormana bir eve gidip geliyorlar. Anne ve babaları çocukları överken, Benjamin ve Pierre hava karardığı için endişe içinde hareket ederek kısa dallar topluyor. Anneyse tek dertlerinin para olduğunu, bu nedenle daha fazla para almak için hızlı ve kısa dallar topladıklarını söyleyerek onları azarlıyor. Annenin katı kuralları ve tutarsız tavırları çocukların güvensiz ve stresli yaşamalarına sebep oluyor.

Çocukların senede yalnızca bir gün dışarda yemek yeme hakları var ancak o gün her şey değişiyor. Yolda araba kazası tehlikesi atlattıklarında baba öfkesine hâkim olamayarak çocuklara yumruklar savurmaya başlıyor. Bu olaydan sonra anne ve babaları uyumaya gidiyor ve Molly’i çocuklara emanet ediyorlar. Molly bir tek anneye ve Benjamin’e gidiyor, babadan korkuyor. Annelerinin Molly’i bu kadar sevmeleri içten içe çocuklarda kıskançlığa sebep oluyor. Korkuyla uzaklaşan çocuklar Molly’i takip ederken bir elektrik binasıyla karşılaşıyorlar. Benjamin içeri giriyor fakat Pierre ve Nils çitlerin arkasında kalarak ona bunu yapmaması gerektiğini bağırarak anlatmaya çalışıyor. Benjamin, dokunmadan elektrik akımını yönetmekten büyük bir zevk alırken bir anda büyük bir patlama yaşanıyor. Uyandığında havayı kararmış ve yanmış sırtının ötesinde ölü köpek bedenini buluyor. Aklından şu soru geçiyor: ‘’Kardeşlerim nerede?’’.  Kazaya şahit olduklarını bilen Benjamin terk edilmişlik hissiyle baş başa kalıyor.

Roman boyunca Benjamin’in aklından geçen bu soruyla beraber kardeşlerin gitgide koptuğuna şahit oluyoruz. Yazlık evde Benjamin’in üç horoza bakarak hepsinin grup olmalarına rağmen her birinin kendi havasında olup başıboş gezmelerinin tuhaf olduğunu düşünmesi boşuna değil.

Kucağında Molly’nin ölü bedeniyle döndüğündeyse annenin “Sen ne yaptın?” sorusuyla karışan çığlıklarında Benjamin kendisine verilen tek görevi başaramadığını hissederken biz de annenin çocuğuyla ilgilenmemesinin garipliğini düşünüyoruz. Ardından sahiden de ‘çakıllı yolun diğer tarafı’nı görüyoruz ikinci bölümde.

Uzmanlar psikolojik travmayı, “kişinin kendi çaresizliğiyle yüzleşmesi” olarak tanımlarken, kişilerin ölüm tehdidiyle karşılaşmasının veya yakınının ölümüne şahit olması(vb.) gibi faktörlerin travmaya yol açtığını belirtiyor. Bu kaza da aile bireylerinin her birinde farklı etkiler bırakıyor, en çok da Benjamin’de.

“Neden müdahale edemiyor? Pencereden dışarı bakıyor. Her yer çocukluğuna ait sahnelerle dolu. Her şeyin başlayıp bittiği yer burası. Bir kere burada sıkışıp kaldığı ve o zamandan beri hareket edemediği için müdahale edemiyor. O hala dokuz yaşında. Orada kavga eden adamlarsa birer yetişkin, yaşamaya devam eden kardeşler.” (Schulman, 2022, s.24)

Benjamin’in kardeşlerinin kavgasını ayıramazken aklından geçirdiği bu düşünce, yaşadığı travmanın etkisinde yaşamını devam ettirdiğini ispatlıyor.

Sayfalar ilerledikçe hangisinin gerçek, hangisinin Benjamin’in zihninden uydurduğu anlaşılmayan olayları okuyoruz. Sık sık gerçeklikle bağının yittiğini, etrafındaki her şeyin ölmekte olduğunu düşünen ve zamanın durduğunu zannederek korkuya kapılan Benjamin, aileyi hep bir arada tutmaya çalışıyor. Ancak yaşanan olaydan sonra yazlık eve bir daha dönmeyen ailede, annenin ailesiyle ilgilenmediğini, babayla yatağını ayırdığını görüyoruz. Nils’in üniversite için başka ülkeye gitmesi ise Benjamin’i derinden sarsıyor.

“Ona, başka bir seçeneğinin olmadığını, kalması gerektiğini, yoksa gerçekten ne olacağını bilmediğini söylemeliydi. Nils’in gidişinin bir şeylerin kesin olarak bozulacağı anlamına geldiğinin farkındaydı. Çünkü aile üyelerinden biri ortadan kaybolursa aileyi nasıl onarabilirdi? Nils’in yolculuğunun kendisi için de tehlikeli olacağını biliyordu. Nils’in gitmesi, birinin gerçeklikten kaybolması anlamına geliyordu. Benjamin’i yerinde tutan, omzundaki elin yok olması. Benjamin’e bu ailenin var olduğuna ve kendisinin de onun içinde yer aldığına dair güven veren bir kişi eksilecekti. Yemek masasının üzerinden bakışını yakalayıp onu sessizce onaylayacak biri: Evet, sen diye bir şey var ve yine evet, bu şüphe duyduğun şey gerçekten yaşandı.” (Schulman, 2022, s.143)

Baba’nın vefatıyla Benjamin’in aslında babasını ne kadar sevdiğini öğreniyoruz. Yıllarca annesinin baskısı altında olmadan, babasıyla yalnız ve özgür bir vakit geçirebilmek düşüncesi onun için bir tutunma sebebi olmuş. Baba’nın vefatından sonra anne, her zamanki yaşantılarından zıt olarak gürültülü bir şehir merkezine taşınıyor. Benjamin’in ziyaretleri sırasında rahatsızlık hissi göze çarpıyor. Hissettiği suçluluktan dolayı, her zaman aileden uzak ve sessiz kalmayı tercih ediyor.

Annesinin doğum gününü birçok misafirle beraber kutlarlarken, kardeşler annelerine kedi sahiplendirerek sürpriz yapıyorlar. Annenin böyle sevinmesini beklemeyen kardeşler yakaladıkları başarı hissine kapılınca Pierre, kedinin adının bir hürmet göstergesi olsun diye Molly olmasını düşündüklerini söylüyor. Ancak diğerlerinin bundan haberi yok. Bunun üzerine Anne çocukları kovuyor. Benjamin ilk kez daha önce hiç ortaya çıkarmadığı duyguyu hissediyor: Öfke.

 

“Molly’yi unutamadın ama bizi çoktan unuttun.” (Schulman, 2022, s.182)

Bu cümlesiyle durumu özetliyor aslında Benjamin. Yıllarca açılmayan, derinlere gömülmüş bu olayın hiç konuşulmasının sebebinin annesinin diğer kardeşleri Benjamin’le bu konu hakkında konuşmamasını tembihlemesi olduğunu görüyoruz. Ancak konuşulmayan travma Benjamin’in benliğine işliyor. Yıllar sonra, annelerinin ölümüyle yaşanan yüzleşmede Nils ve Pierre’in hislerini de öğreniyoruz. Kaza günü, Nils ilk şokla evde her zamanki yalnız kalmak istediğinde gittiği hamağa uzanıp kitap okuyor ve Benjamin’in ölmesini istediğini söylüyor. Pierre ise yardım çağırmak isterken ormanda kaybolduğunu söylüyor ve Benjamin eve döndüğünde onu gerçekten de görmediğini anımsıyor. Benjamin o vakit kardeşlerinin de en az onun kadar yaralandığını anlıyor. Pierre’in patates kızartması yerken elinin değdiği kısımları pis diye biriktirmesinin sonucunda kendiyle bağ kuramayan insanın gerçekten de bir sorunu olduğuna kanaat getiriyor. Öte yandan Nils’in de anne ve babasını hastanede ölüyken fotoğraflaması gibi garip huyları ve düzen düşkünlüğü var. Pierre, olayların ağırlığını mizah yoluyla atarken Nils, düşünmemeyi seçiyor.

Ölüm haberinden sonra kardeşlerin annenin evinde vasiyetini bulmasıyla ilerleyen günlerde Benjamin’in intihar girişiminde bulunuyor. Terapiste gitmeye başlayan Benjamin’in seansı sırasında öğreniyoruz acı gerçeği.

“Bazen travma yaşadığımızda zihnimiz, anılarımızı değiştirirdi. Benjamin, bunun nedenini sordu, terapistte “Dayanmak için” diye cevap verdi.” (Schulman, 2022 s.185)

Terapist, Benjamin’den kaza gününü yeniden hatırlamasını istiyor. Benjamin, kardeşlerinin onu yerde yanmış vaziyette bırakıp gittiklerini ve hissettiği utanç duygusunu hatırlıyor.

“Kollarında duran küçük kız kardeşin mi?” (Schulman, 2022, s.212)

Böylece öğreniyoruz, Benjamin’in acısıyla baş edebilmek için zihninin anılarını değiştirdiğini. Anılarında, Molly ürkek bir köpekmiş gibi resmedilirken bile hep annenin yanındaydı ve bir tek Benjamin ile iyi anlaşıyordu. Benjamin’in olmayan şeyleri yaşanmış gibi hatırladığını tüm ailesi farkında. Bu noktada ilk bölümde anlatılan yazlık evden bir anının da Benjamin’in hayal ürünü olduğuna inanıyor ve incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Pierre bir gün can sıkıntısıyla Benjamin’in yanına gidiyor ve balık tutmak istiyor. Nils’in de yardımıyla yakaladıkları balık o kadar küçük ki Nils bunun yenemeyeceğini söylüyor fakat Pierre bu konuda ısrarcı. Bunun üzerine Nils, her zaman yaptığı gibi “Tımarhane burası!” diye söylenerek yanlarından uzaklaşıyor. Benjamin’se Pierre ile mutfağa doğru yol alıyor. Pierre, balığı canlı canlı kızartmak istiyor, Benjamin bunun yanlış olduğunu bilse de kardeşine karşı koyamıyor. Can çekişen balığın organları dışarı fışkırıyor, Pierre korkunca Benjamin onu çıkarıyor ve her yeri temizliyor. Şahit olduklarından sonra bahçeye çıkıyor ve Molly’yi kalbine bastırıyor. Zamanın durmadığını, geriye doğru aktığını hissettiğini düşünen Benjamin, herkesin onu yargıladığını hissediyor ve annesine sarılarak ağlıyor. Bu hikâyede de Pierre ve Nils her şeye şahit oluyor fakat Benjamin tek başına sorumluluk alıyor. Benjamin yıllarca suçluluk duygusuyla yaşasa da sonunda kardeşlerine “Siz de oradaydınız.” diyor.  Kitabın kapağındaki üç balık: Nils, Benjamin ve Pierre. Molly ise hayatta kalmayı başaramıyor.

Gerçeklikle bağının yitmesi ‘Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)’’ ile ortaya çıkabilecek ‘dissosiyatif bozuklukluk’ları akla getiriyor.

“Dissosiyasyon, ruhsal yapıdaki çözülmeyi ifade eder. Travma sırasında ya da hemen sonrasında sık görülür. Bir kişinin çoğunlukla travmatik bir olaya tepki olarak düşüncelerine, hislerine, algılarına ve/veya hatıralarına yönelik, azalan ya da değişen erişimlerden kaynaklanan ve altta yatan bir tıbbi bozukluğa atfedilmeyen, normal bilinçteki bir farklılaşmadır.” (Biere ve Scott, 2016, s.260)

“…vücudunun alt kısına bakıyordu, aniden onların kendisine ait olmadığını hissetti, başkasının bacaklarıydı, bedeninin altındaki her şey ona ait olmayan ölü bir et yığınından ibaretti. Bu inanış o kadar gerçekti ki, yerinden kıpırdayamıyordu. Uzanıp mutfak ocağının yanındaki sepetten bir odun parçası aldı ve bir şeyler hissetmek, kendine ait olan vücut parçalarını geri kazanmak için uyluklarına ve ayaklarına vurmaya başladı.” (Schulman, 2022, s. 200)

“Kendine başka bir yerden bakıyormuş gibi, kendini bir bakımdan hep gerçeğin dışında hissetmişti.” (Schulman, 2022, s.212)

Benjamin’in bu sözleri, romanda tanı konmasına yetecek kadar bilgi verilmese de dissosiyatif bozukluklardan ‘deperaonalizasyon ve derealizasyon’’ile örtüşüyor.

“Depersonalizasyonda kişi kendi benliği, yüzünü, bedeninin tümünü ya da parçalarını, hareketlerini, duygularını değişmiş ve kendisini yabancı ve farklı bir varlık olarak algılar. Kendisine ait olan şeyler sanki kendisinin değilmiş gibi hisseder. Birey kendisini dışardan izliyormuş gibi algılar. Derealizasyon ise daha çok kişinin kendi çevresinden ayrılması veya gerçek olmama duygusu ile ilişkilidir. Kişi dış dünyayı bir rüya görüyormuş gibi algıladığını ifade eder.”  (Balcıoğlu İ. ve Balcıoğlu Y., 2012, s.11)

Kitabın sonunda anne, iki sayfalık mektubunda, kardeşlerin yeniden bir araya gelmesini istediğini, Benjamin’i hiçbir zaman suçlamadığını söylüyor fakat bu çok geciktirilmiş bir itiraf.

“Bilmiyorum, ama şimdi onunla tekrar birlikteymişim gibi davranabilir miyiz? Ona tekrar sarılabilirmişim gibi…Sonra siz gelecekmişsiniz ve o zaman sizi sevmek için ikinci bir şansım olacakmış gibi…” (Schulman, 2022, s.220)

Annenin mektubundaki bu sözler ailenin yaşamını özetliyor. Molly’nin kaybı ‘hayatta kalanları’n da yaşama şansını elinden alıyor.

Çocuklukta yaşanan ihmal ve travmaların, yetişkinlik hayatımızı nasıl etkilediğini canlı bir örnek olarak bizlere sunuyor Hayatta Kalanlar. Bir kurguya yedirilmesi sayesinde okuyucularına somut bir gözlem yapma fırsatını sunuyor. Çok çarpıcı bir metin olduğunu düşündüğüm bu kitabı, travmaların şekillendirdiği hayatlar hakkında bir fikir edinmek isteyen herkese öneririm.

 

Gizem KÜSKÜN

Kaynakça:

Demirkapı Şahin; E. (2013). Çocukluk Çağı Travmalarının Duygu Düzenleme ve Kimlik Gelişimine Etkisi ve Bunların Psikopatolojiler ile İlişkisi, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın.

Kocakaya; R., Erten; R. (2020). Travma Sonrası Büyüme ve Anlam: Bir Vaka Örneği, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi

Özgen; F., Aydın; H. (1999). Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Klinik Psikiyatri Dergisi

Özen; Y. (2018).  Travma Sonrası Ortaya Çıkan Psikolojik Bozukluklar Üzerine Bir Değerlendirme, The Journal of Social Science

Balcıoğlu; Y.H., Balcıoğlu; İ. (2018). Dissosiyatif Bozuklukların Tanımı ve Tanı Ölçütleri,  Türkiye Klinikleri, Ankara

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content