Sosyal Kimlik Ve Kültürün Ayrılmaz İlişkisi

Topluluklar, kültürümüzün ve psikolojimizin yapıtaşlarıdır. Kimliğimiz ve kültürle direkt etkileşim içerisinde olan “kültürel psikoloji” kavramı bu noktada karşımıza çıkar. Kültürel psikoloji kişinin kültürünün ve yetiştirilme biçiminin kişinin toplum içerisindeki günlük varoluşundaki etkilerine eğilir. Bu etki insan davranışlarının yanısıra bilinçaltındaki algılarımıza ve davranış algoritmamıza da dokunur. Temelde bireyin sosyal kimliği ve kültürü arasında güçlü bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Bu iki olgu arasındaki ilişkiyi oldukça aşina olduğumuz üç kavram temellendirir: Toplum, aile ve birey.

İçinde yetiştiğimiz toplum hayata karşı bakış açımızı temele oturtan ve devamlı olarak maruz kaldığımız alan, daha doğru bir terimle içinde yaşayıp hayata adapte olduğumuz habitatımızdır. Toplumumuzda gördüğümüz ve kanıksadığımız her olgu, ilerleyen yaşlarımızda sosyal kimliğimizin ve algılarımızın temeline yerleşir. Bu algılar doğrultusunda toplum içindeki bireyler birlikte hareket etme içgüdüsüne sahip oldukları gibi olayları aynı perspektiften değerlendirme potansiyelini de taşırlar. Bu noktada kültür olgusuyla burun buruna geliriz. Kültür, bir toplumu diğer toplumlardan ayıran ortak değerler bütünü ve yaşayış biçimidir. Kültür olgusu, bir topluluğun ortak yaşam alanları içinde zamanla algılarının ve hedeflerinin ortaklaşması ve alışkanlık haline gelmesi şeklinde özelleştirilebilir. Bu bağlamda kültür, sosyal kimliğimiz üzerindeki etkenlerden biri olarak karşımıza çıkar.

Toplumun kanatları altında yoğrulup hayatımızın merkezine yerleşen bir diğer olgu ailedir. Aile, yaşamımız boyunca toplum içerisindeki yerimizin belirlenmesinde kilit rol oynar. Kişiliğimizin doğuşundaki yolculuğumuza arkadaşlık ve rehberlik eder. Aile, literatürde toplumun en küçük yapı birimi olarak adlandırılır. Aile toplumun bir parçası ve ortağıdır. Bu ortaklık yapboz parçalarına benzer.  Aile ne kadar toplumun bir parçasıysa, aynı zamanda o kadar da değildir. Farklı olgularla birleşir, gelişir fakat toplumdan da ayrı düşünülemez. Aileler parçası oldukları toplumdan etkilenir ve toplumun kültür normları içerisine girerler. Aile bireylerinin görevi, toplumun normları ve diğer aile bireyleri arasındaki ilişkiyi dengelemektir. Aile kurumunun, toplumla arasındaki ilişkiyi ne kadar sağlıklı kurduğu, bireylerin her birinin sosyal kimliği açısından hayati önem taşır.

Kültür ve toplumsal kimlik arasındaki ilişkinin kesişim noktası bireydir. Bireyler sosyal kimliklerini çevrelerindeki uyaranlara göre istemsizce şekillendirirler. Dolayısıyla kişilerin sosyal kimlikleri, toplumun kurumlarının el birliği içerisinde belirlenir ve değer görür. Her kültürel alışkanlık, her bireyde farklı bir yankı yaratır. Her bireyin zihninin derinliklerinde bambaşka toplumsal davranışların yankıları vardır. Bu yankılar doğrultusunda bireyler belli bir yaştan sonra toplumdaki yerlerini kendileri belirlerler. Kültürün, kişinin sosyal kimliğine ve aidiyet duygusuna pozitif etkileri olduğu gibi olumsuz etkileri de zaman zaman karşımıza çıkar. İçerisinde bulundukları toplum tarafından kabul görmeyen, aile ve toplum bilincinin bozuk olduğu ortamlarda yetişen bireyler travmatik davranış kalıplarına sıkışmış olabilirler. Nevrotik ve sosyal becerileri zarar görmüş bireylerin, sosyal benlikleri de zarar görmüş, bazen de hiç olmamış olabilir. Bu noktada üzerine eğileceğimiz en kilit ilişki, yine aile-toplum ilişkisi ve bu ilişkinin kişi üzerindeki yankıları olacaktır.

Kültürün üç olgusu, bireylerle sosyal kimlikleri arasındaki inşada kilit rol oynar. Zincirler gibi birbirlerine bağlıdırlar. Her kültürün, sağlıklı toplumlar, sağlıklı aileler ve sağlıklı bireyler üzerine kurulması gerekir.

Secem Uluğ

KAYNAKÇA

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top
Skip to content